Çoğumuzun İzmir'in efsane grubu Kanca'dan tanıdığı Yiğit Vatansever ile buluştuk. Kendi hikayesini dinledik, müzik konuştuk...

Queen, Pink Floyd, Metallica, Rammstein, Pentagram, Yavuz Çetin ve daha fazlasını çalıyor, söylüyorlar... Alsancak’taki Tato Bar’da düzenli olarak sahnedeler...

Şimdinin Beyefendi’si, zamanın Kanca’sı... Aslında hala biraz Beyefendi, biraz Kanca... Röportajı okuyunca ne demek istediğimi anlayacaksınız.

Çoğumuzun İzmir’in efsane grubu Kanca’dan tanıdığı Yiğit Vatansever ile buluştuk. Kendi hikayesini dinledik, müzik konuştuk...

Henüz 3 yaşındayken evdeki teybe ses kayıtları yaparak başlamış müzik kariyeri aslında... Uzun yıllar basketbol oynayıp iki kez mühendis olmaya çalıştıktan sonra "teslim olmuş" artık. Çünkü ısrarla "sahneler onu çağırıyordu..."

Bateri çalıyor, gitar çalıyor, şarkı söylüyor; diğer yandan radyo programları, seslendirmeler, dublaj ve daha fazlasını yapmış, yapıyor...

“Bir devrin son temsilcisi olabilirim” diyor Yiğit Vatansever ve ekliyor:

“Çok hızlıyız. O kadar hızlıyız ki yavaşlamayı bilmiyoruz. Kimse diyemez ki Freddie Mercury, Bohemian Rhapsody’i üç günde bitirdi. Yıllar boyu çalışmış adam. Günde 8-9 saat çalışmış üzerinde. Şimdi o mu klasik olsun bugünkü müzisyen arkadaşlarımızın çağın gereklerine uymak için alelacele ortaya çıkardıkları mı klasik olsun?”

Sanatçısını bu kadar aşağılayan başka toplum bilmediğini söylüyor, “Bizim çok çirkin bir atasözümüz var ‘Kızını dövmezsen ya davulcuya ya zurnacıya’ diye. Rezalet. Böyle bir kültürü reddediyorum” diyor.

Çok yakında yeni şarkılarının (Hesap Günü) dinleyiciyle buluşacağı haberini de veriyor ve sözü Yiğit Vatansever’e bırakıyoruz...

  • Çoğumuz sizi Kanca’dan tanıyoruz... Nasıl başladı, nasıl devam ediyor? Sizi tanıyabilir miyiz?

Oldum olası müzikle haşır neşirim. 3 yaşındayken teyzemin nişanında çıkıp “çay elinden öteye” diye türkü söylemişim. Annem çalışıyordu, rahmetli anneannem bakıyordu bana, o da biraz sert bir kadındı. Sokakta oyun oynamama çok fazla izin vermezdi. Saatlerce sokakta top peşinde koşturamadım o yüzden hiç. Ama evde bir tane küçük teybimiz vardı, o zamanlar kasetler vardı. Kasetlere kendi kendime kayıtlar yaparak müziğin içine girdim. Sonrasında ilkokulda hepimizin hayatının açılışı olan blok flüt... Sonra merak saldığım için kursa gittim, orada biraz piyano öğrenmiştim, müziğin a,b,c’sini öğrenmeye başlamıştım. Sonrasında spora merak saldım, müzik biraz arka planda kaldı, çok uzun süre basketbol oynadım. Liseye geçtiğimde hem basketbol oynayıp hem ders çalışmaya çalışıyordum. Üniversite sınavları çok çirkin bir şey biliyorsunuz. Müzikle devam ettim, okulda bir grubumuz vardı. İzmir Atatürk Lisesi mezunuyum. O zamanlar davul çalıyordum. Lise öyle geçti.

Hacettepe Üniversitesi Fizik Mühendisliğini kazandım. Gitar falan da çalmaya başladım. Ankara’ya gider gitmez bir grup kurduk, ben yeni davul çalıyorum. Sene 1994... Ankara’da müzik ortamlarına girdik, bir şeyler yapıyoruz. Deniz Çalışkan bir arkadaşım vardı, o Fizik Mühendisi oldu... Birlikte barlara gidiyoruz, o çalıyor ben söylüyorum. Gruplarda davul da çalıyorum. Sonra bir gün birisi sesimin güzel olduğunu fark etti. (Gülüyor) Hep şarkı söylüyordum aslında ama vokalist, şarkıcı olarak bir grubun önünde durmayı düşünmemiştim hiç. Sonrasında beni yönlendirdi arkadaşlar, e bir baktım beceriyorum. Neşeli de bir adamımdır. Eğleniyorum, insanlar da beni izlediğinde eğleniyor. Fena da şarkı söylemediğimi düşünüyorum. Sonra Hacettepe Üniversitesi’nden atıldım, devamsızlıktan dolayı. Çok fazla sahne vardı çünkü, her akşam bir yerde şarkı söylüyorum. Ankara çok acayip... Pilli Bebek ile Bulutsuzluk Özlemi ile sahneye çıkmışlığım var. 1994-95 civarı. Çok güzel tecrübeler yaşadım. Saklıkent’in açıldığı günü bilirim. Manhattan’a giderdik, o zamanlar çok acayipti orası. Çok etkilemiştir beni Ankara, müzikal anlamda da... Süleyman Balcıoğlu ile mesela; onunla da tanışıklığımız var. O SSK iş hanı... Falan filan...

Sonra İzmir’e döndüm. Akıllanmamış olacağım ki bu sefer de Dokuz Eylül Üniversitesi Makine Mühendisliği’ni kazandım. Dedim ki, “Bir dakika okulu bitireyim bari.” Ama olmadı. (Gülüyor) Çünkü sahneler beni çağırıyordu yine. Sene 1997’de girdim, 99’a kadar ders çalıştım gayet iyiydi, sonra olan oldu. Eşimle tanıştık o ara, 2001 yılında, hala birlikteyiz. Sonra ben müziğe daha çok ağırlık verdim. “Rastlantı” diye bir grup kurduk. Makine mühendisliği devam ediyor... Yaz tatili, annemlerin yazlığı var. Kum, deniz, kitabım takılıyorum, dinleniyorum. Telefon aldım, “Kuşadası’ndayız abi, mekan var, hadi gel söyle.” İki hafta falan uğraştılar beni Kuşadası’na götürmek için. En sonunda “İyi hadi ortamı görmeye bir geleyim, iki gün takılır dönerim” dedim. Kuşadası’na gittim, hala inmedim sahneden.

  • Bir yandan da müzisyen olmakla mühendis olmak arasında gidip gelmişsiniz sürekli...

Sanırım hiç gidip gelmedim aslında.

  • Neden bu kadar uğraştınız o zaman?

1976 doğumluyum. O zamanlar ailenin beklentilerini karşılama güdüsü de var, çocuk olarak. Ankara’da uğraştılar, gönderdiler, ihtiyaçlarımı karşıladılar. Hayal kırıklığı yaratmış düşüncesiyle buraya geldim. “Bu sefer becereceğim” falan oldum. Keşke daha insani, daha az zor olan bir bölüm tercih etmiş olsaydım.

  • Tato’da düzenli çıkıyorsunuz. Başka neler yapıyorsunuz?

Tato’nun sahibi Mahmut Bey ile eskiye dayanan bir dostluğumuz var, Kanca’ya dayanan. Sürekli onun mekanında dönem dönem sahne aldık. Hem Kanca ile hem Beyefendi ile. En son çok sürekli program yapmak istemedim, çok yoruluyorum, eski çılgın deli fişek halimiz yok. Yine sahnede psikopatlaşıyorum da... Eskisi gibi haftanın 6 günü, 7 günü sahneye çıkmak... Elbette emeğimizin karşılığını alıyoruz ama önemli bir gelir kapısı olarak düşünmüyoruz. Gruptaki kimse öyle değil. “Ben ekmeğimi sahneden çıkarıyorum” diye düşünmüyoruz. Performanslarımızın maddi olarak karşılığını alıyoruz. Bu tabii ki bizim gelirimizde önemli bir kalem. Ama hepimizin başka uğraşları da var.

  • Sizin başka hangi uğraşlarınız var?

Ben aynı zamanda konuşmacılık yapıyorum. Diksiyon dersi aldım, seslendirme, dublaj üzerine eğitim aldım. Spikerlik geçmişim var. Başkent İletişim Akademisi diye bir yer var. Orada eğitimini aldım. Sağ olsun hocalarım çok beğenmişlerdi o zaman. Füsun Ünsal... Özellikle anmak isterim. Füsun hoca kurs biter bitmez aradı beni, “Yarın hemen TRT’ye geliyorsun” diye. Oğlum ufacıktı o zaman, birlikte gittik. TRT İzmir Radyo Müdürü Mustafa Bey ile tanıştırdı. “Bu mu bahsettiğin arkadaş” dedi Füsun hocaya. “Merhaba” dedim. “Neyy” yaptı adam (Gülüyor) “Bu nasıl bir ses! Otur bakayım sen” Uzun bir süre 1,5 yıl kadar TRT Radyosu’nda sabah programı yaptım. Her sabah 7.30-10.00 arası, sabah haberleri, hava durumu, canlı trafik durumu, arada konuk alıyordum... İzmir gündemine ağırlıklı yer veriyorduk, tabii ülke gündemi, dünya gündemi de vardı. Hatta TRT’ye gazeteler gelene kadar saçma sapan internet haberlerini okuyup onların üzerinde geyik yapıyorduk. Program arkadaşım Eylem’i anmadan geçmeyeyim. İnanılmaz geyikler yapıyorduk. Çok gülüyor, çok eğleniyorduk. O zamanlar İzmir Kent Radyo -şimdi kapatıldı- ile iyi dinleyici kitlesine ulaşmıştık. Benim sesimi yolda tanıyorlardı.

  • Neden bitti radyo?

TRT’de sözleşmeli çalışandım. Kent Radyo’nun geleceğiyle ilgili soru işaretleri vardı, kapatılacağı gündeme geldi. Öyle olunca da teşekkür ettiler. Kent Radyo’nun kariyerimde çok önemli etkisi oldu.

ÇOK HIZLIYIZ, YAVAŞLAMAMIZ LAZIM!

  • Rock müzik yapıyorsunuz. Popüler kültür, Z kuşağı, sosyal medya, dijital platformlar… İmkanlar ve etmenler çok fazla, çok çeşitli. Bu müziğe, üreticilere ve dinleyicilere nasıl yansıyor? Müzik nasıl bir seyirde ilerliyor?

Çok hızlıyız. O kadar hızlıyız ki yavaşlamayı bilmiyoruz. İyi bir ürünün ortaya çıkabilmesi için hazmedilmesi gerekir. Öyle şeyler oldu ki... Gitar metotlarının bile başlangıçlarında 3-4 akordan oluşan kalıplar vardır. Bir dinliyorsunuz şarkıyı... Arkadaş basmakalıp hepsi. Ama hak da veriyorum. Z kuşağı, oğlum mesela 16 yaşında, çok hızlılar, yavaşlayamıyorlar. O kadar çabuk tüketiliyor ki. Biz de o duygunun için giriyoruz. Canımız sıkıldığında Instagram ya da YouTube shortlara bakıyoruz. Çok hızlıyız. Kimse diyemez ki Freddie Mercury, Bohemian Rhapsody’i üç günde bitirdi… Diyemezsiniz. Yıllar boyu çalışmış adam. Günde 8-9 saat çalışmış üzerinde. Şimdi o mu klasik olsun bugünkü müzisyen arkadaşlarımızın çağın gereklerine uymak için alelacele ortaya çıkardıkları mı klasik olsun? Ne kadar emek harcasanız mükemmelliğe o kadar yaklaşıyorsunuz. Bu benim şarkılarım için de geçerli. Birkaç haftaya yeni single’ımız çıkacak. Bizim tembel olmamız da ayrı etken ama. Çok sıkı çalışan, çok iyi üreten, ürettiği zaman da belli bir kalite eşiğinin üzerinde iş çıkarabilen arkadaşlarımız var. Tembelliğimiz de var. İçimize sinmesi önemli. “Yeniden Başla’yı nasıl yazdın?” diye soruyorlar. Yeniden başlayana kadar benim 20-30 senelik müzik geçmişim var, yaşanmışlıklar var. Kendimi çok dipte, çok kötü hissettiğim zamanlar var, oradan tekrar ayağa kalkışım var. Ben orada onu anlatmaya çalıştım. “Affetmeden’in sözlerini nasıl yazdın?” “Ruhun özgür olmaz affetmeden” ben bunu sizinle bir felsefi ya da dostça dertleşirken de söyleyebilirim. Bunu şarkı olarak anlatmak da... Dediğim gibi; çok hızlıyız, yavaşlamamız lazım.

BAYRAK TAŞIYORUM ŞU ANDA. BİR DEVRİN SON TEMSİLCİSİ OLABİLİRİM!

  • Bunlar üreticiler açısından... Dinleyici açısından nasıl peki?

Ben bildiğiniz bayrak taşıyorum şu anda artık. O konuma geldim. Çünkü şunu ben çok duydum “Abi sen bıraktığın zaman bu mevzu kapanacak.” Bir devrin son temsilcisi olabilirim. Üzülüyorum... Ama gittiği yere kadar devam edeceğim o ayrı. Ama üzülüyorum. Çünkü yok. Süreklilik maalesef. Benim buraya gelebilmem için de yaptığım hakikaten zor işler var, fedakarlıklar var. Dönmemek var mesela. Hiçbir müzisyen arkadaşımı kötülemiyorum. İşi bu olan, ekmeğini buradan çıkaran hiçbir müzisyen arkadaşımı kötülemek amacında değilim. Ama dinledikleri müziği aktarmak yerine, popüler müziği insanlara tekrar aktarıyor. Adamın eğlenmeye gittiği mekana giderken arabasında dinlediği şarkıyı bir de oradaki arkadaş çalıyor. Sizce iyi bir şey mi? O arkadaşlara da kızamıyorum. Çünkü para kazanmak zorundalar. “Abi popüler” diyor, “Popüler olduğu zaman daha çok satıyor” diyor. E haklı. Bir şey diyemiyorum. Ama “‘hala’ sahnedesiniz” dediniz. Nasıl oldu bu? Çok kavga ettim. Ama bana artık kimse “şunu da çal, bunu da yap” demiyor. Demek istemiyor. Çünkü benim ne olduğumu ben anlatabildim bilmem kaç yüz yılın sonunda. Ama anlatabilmek kolay değil. “Böyle gidersek para kazanamayız, bunları çalarsak olmaz abi” falan haklı çocuklar ama o zaman da müzikalite pop müzik sınırlar arasında gidip geliyor. Bir Queen, bir Metallica çıkaramıyorsunuz o zaman. Barış Manço’dan sonra, Cem Karaca’dan sonra bir Barış Manço bir Cem Karaca geldi mi? Pentagram kaç yıllık grup... Pentagram hala devam ediyor. Tanrı uzun ömür, güç versin onlara. Çıkacak mı bir daha?

  • Bunu sadece “Mekancı popüler istiyor”, “Dinleyici de popüler şarkı istiyor” diye mi açıklayacağız?

Sadece bununla açıklanamamalı zaten. Dediğim gibi, çok hızlıyız. Bu kadar hızlı gelişen, değişen dünyada ne kadar emek verebilirsiniz ki? Bir şarkıyı 3 günde kaydını, mixini, masteringini her şeyini bitirirken, 4 akor, nakaratta küçük bir melodi değişikliği bitti şarkı. Hoop piyasaya. 3-5 afili söz... Ne kadar emek harcayabilirsiniz ki buna? Emek harcayacak vaktiniz yok. Emek harcamaya vaktiniz yok. Rihanna kaç yaşında 35. Kaç albümü var 30 tane! Abla ne yapıyorsun? Yavaş bir dakika. Sonra bana diyorlar neden bu kadar az şarkı çıkarıyorsun. Uğraşmıyorum çünkü. Bu kadar hızlı dönen bir dünyada emeğimizin karşılığını alabileceğimizi düşünmüyorum.

BÖYLE BİR KÜLTÜRÜ BEN REDDEDİYORUM!

  • Anlattıklarınıza ek olarak; diğer yandan da festival-konser yasakları, müzik yasağı, saat kısıtlaması, hatta cinayet... Neden bu kadar zor? 

Bunun sadece ve sadece ülkemizde bir problem olduğunu düşünüyorum. Maalesef. Çünkü sanatçı dediğiniz zaman bir şey üretebilen, yaratabilen dediğiniz zaman başka ülkelerde el üstünde tutuluyor. Buraya geldiğinde öldürülüyor. Neden? İstediği şarkıyı bilmiyor diye ya da çalmadı diye. Benim adım Yiğit soyadım Vatansever, Atatürk milliyetçisi bir adamım, ben üzülüyorum, esef duyuyorum. Bu eğitimsizlik, sosyal problemler... Sosyopat çünkü insanlar. Bizim çok çirkin bir atasözümüz var “Kızını dövmezsen ya davulcuya ya zurnacıya” diye. Rezalet. Böyle bir kültürü ben reddediyorum. Sanatçısını bu kadar aşağılayan başka toplum ben bilmiyorum. Bir çirkin atasözümüz daha var; “Meyve veren ağaç taşlanır.” Bir şeyi üretebilen, yaratabilen insanlara duyulan bu nefret ve kıskançlığın sebebini bilmiyorum. O yüzden sorunuza sağlıklı bir cevap veremeyebilirim. Sebebini bilmiyorum ama bunun çok kötü bir şey olduğunu biliyorum.

  • Hangi sanatçıyla, müzisyenle ya da oyuncuyla konuşsam aynı düşüncede. Benzer düşünüyor, bu kadar rahatsız herkes... Neden bununla birlikte mücadele edemiyorsunuz?

Çünkü sanatçılar da birbirini kıskanıyor ya da birbirinin kuyusunu kazıyor. Bizim ülkemizde birisi merdiveni çıkarken ona yardımcı olmak yok, o merdiveni çıkıyorsa onu ayağının altına alıp onun üzerine çıkmak var.

  • Herkes benzer düşünüyor ama ‘hadi birlikte ses çıkaralım’ deyince olmuyor...

Ağız ve gönüldeki değişiyor. Ağzınızla söylediğiniz şey akşam eve gidip yatarken “Ulan Ahmet de şöyle bir şarkı yapmış”a dönüyor. “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” nasıl çarpık bir zihniyette toplum... Bir ülke aydınına, sanatçısına sahip çıkmıyorsa çok da fazla konuşmaya gerek yok.

  • Yeni şarkınız çıkıyor...

Evet. “Hesap Günü”. Kayıtlarımızı tamamladık, klibimizi çektik. Tato’da seyircilerimizle çektik. Çok da eğlenceli oldu. Klip hazır, şarkı hazır, her şey hazır.

  • Ne kadardır çalışıyorsunuz şarkı üzerine?

Birkaç senedir çalışıyorum. Tabii tembelliğimize dönüyor biraz (Gülüyor).

  • Sadece tembellik denemez sanki...

İçe sinmeyle ilgili bir şey. Nakaratında “zaman geçer, ömür biter” diye bir cümle var. “Ömür biter, zaman geçer” diye mi söylemeliyim? “Zaman geçer, ömür biter” olarak mı söylemeliyim? İki ay düşündüm. “Ömür biter, zaman geçer”e karar verdim. Çünkü zaman geçmeye devam edecek. Ömür bitti orada, zaman devam ediyor. “Zaman geçer, ömür biter” çok basit olurdu, “zamanını geçirdin, doldurdun, öldün” olurdu o. Öyle değil. Ömür biter, zaman devam ediyor...

  • Bu arada... Beyefendi’de gitaristler ya da baterist zaman zaman değişiyor...

Kanca dinleyicisiyseniz, ‘Doktor’u hatırlarsınız... Kanca’nın gitarcısı Doktor'du. Ali Özhan da Doktor’un uzmanlığı geldiği zaman çalıyordu. Beyefendi’deki durumsa şu; sevgili Ozan birkaç yıldır Kıraç ile çalışıyor, konserlerinde gitarcısı. Dolayısıyla oraya gidiyor, gittiği zaman Doktor’u ya da Ali Özhan’ı çağırıyoruz. Kanca takviyeli yani. Yetkin de Kanca’nın davulcusudur. Bas gitaristimiz evlendi, onun yerine başka bir arkadaşımız geldi. Beyefendi’nin davulcusu Altus, tatil yapmak istedi, Kanca’dan Yetkin’i çağırdık. Hepimiz dostuz. Birbirimizi tanıyoruz, kim ne çalar, nasıl şarkı söyler... Çok yakın birbirimizi tanıyan insanlar olduğumuz için çok rahat programları yapıyoruz.

  • Eklemek istediğiniz bir şey var mı?

Rastlantı, Kanca, Beyefendi... 30 sene.