İzmirli karikatürist Uğur Günel ile yeni yayımlanan öykü kitabı 'Maliyeciler Kampı' üzerine konuştuk.
Bir mizah dergisinin köşesinde doğan, kitap olan ve sahne alan "Sosyalleşmek Lazım az biraz" üzerine yaptığımız sohbetin üzerinden tam iki yıl geçti: 35punto.com/roportaj/beyaz-yaka-bana-gore-degil-ben-bisiklet-yakaliyim
Şimdi, "Sosyalleşmek Lazım az biraz" köşesiyle tanınan, şu an aralıklarla LemAn'da çizen, İzmirli karikatürist Uğur Günel'in öykü kitabı 'Maliyeciler Kampı' okuyucuyla buluştu...
"Canlı izlemeyi çok istediğim Bryan Adams konseri 92 senesinde İstanbul'da gerçekleşince, babam da beni telafi amaçlı aynı yıl bir belediye organizasyonu olan İzmir Şirinyer pazaryerindeki Sinan Özen konserine götürmüştü. İş bu kitaptaki öyküler de benzer hayal kırıklıkları ve kurulmuş düşlerin muadillerinden oluşmaktadır. Zira o yaz Maliyeciler Kampı da benim için beş yıldızlı bir tatil köyünün muadiliydi" diye tanımlıyor Maliyeciler Kampı'nı...
Günel ile bu kez, öykü kitabı üzerine konuştuk.
"Hatırlayabildiğim en eski anılardan, aklımın bir şeylere erdiği ilk yıllardan başlayıp 25 yaşına kadar olan hayatımın ilk çeyreğinde bende iz bırakan olayları kurguladım" diye açıklıyor Günel, öykülerini...
Kitaba adını veren öyküsünün, yayımlanan ilk öyküsü olduğunu ve diğer öykülerin de ruh halini özetlediğini söylüyor ve ekliyor: "Bu kitap kapak görselinden sayfa tasarımına kadar her noktasına karıştığım, kafamdakini gerçekleştirdiğim bir iş oldu."
Okuyarak beslendiğini belirten Uğur Günel, "Ben kendi yaşadıklarımı kurguluyorum. O dönemki siyasi politik olaylarla bende iz bırakan hisleri, tınıları, auraları anlatıyorum. Yapay bir şey yok. Tamamen organik" diyor.
Anlattığı ve çizdiği hikayelerden dolayı kendisinin 90'lı yıllara özlem duyduğu yönündeki çıkarıma ise, "Ben aslında hep öyle anlaşılsa da 90’lara özlem duymuyorum. O yıllarda hep sokaktaydım. Sokağın ruhunu biliyorum. Dönemi çok iyi hatırlıyorum. Olaylar, müzikler... O dönem ülkemizde bir geçiş dönemiydi ve bizi iyi kötü her yönüyle besleyen dönemdi. Bunları yaşadığım için şanslıyım. Oradan beslendiklerimle, onları kullanarak ileri bakmaya, yeni şeyler üretmeye çalışıyorum sadece" diye açıklık getiriyor.
Uğur Günel sorularımızı yanıtladı...
- Karikatüristsiniz, yıllardır çizdiğiniz "Sosyalleşmek Lazım az biraz"ı kitaplaştırdınız hatta stand-up formatına dönüştürüp sahne de aldınız. Şimdi çizerek ve sahne alarak anlattıklarınızı yazıya döktünüz. Neden, daha doğrusu nasıl karar verdiniz buna? Sizi yazmaya yönelten ne oldu?
Yazmak benim içimde hep olan bir şeydi. Kütüphanesi olan bir evde büyüdüm çocukken. Yattığım odada ayakucumdaki kitaplığın raflarındaki kitapların sırtlarına bakarak uyanıyordum her sabah. Annemle babamın gençliğinde okuduğu kitaplardı hepsi. Sürekli onları karıştırıyordum. İyi bir okur olduğumu da düşünüyorum. Aslında birbirinden farklı gibi görünse de yazmak ve çizmek benzer disiplinler. Dergiye çizgi hikayeleri çiziyorken kafamda bir öykü çatısı da oluşturuyordum. Yazmak işin temelinde vardı yani. Zaten bir dönem metin yazarlığı da yapmıştım. Senaryo çalışmaları da var. Kitaptaki öykülerin 8 tanesini döneminde yayımlanmış birkaç edebiyat dergisine yazmıştım. Onlar kenarda duruyordu. Onun dışında film öyküsü olarak yazdığım ama yapımcıların onay vermediği bir hikaye vardı. Onu roman olarak yazmak istiyordum. Sonra dedim ki ben piyasaya direkt bir romanla çıkmayayım. Önce şu öyküler derli toplu bir dönsün. Eldeki öyküleri değerlendirdim. Kendi çocukluğumdan yola çıkarak bende iz bırakan şeyleri kurguladığım hikayelerdi. O yapıyı bozmadan onlara yenilerini ekledim. Böylece kitap dosyası ortaya çıktı.
OKUYARAK BESLENEN BİRİYİM
- Yazmak nasıl hissettirdi? Devam etmek istiyor musunuz yazmaya bir yandan?
Ben okuyarak beslenen biriyim. Kitaplar, dergiler... Özel bir program olmadıkça televizyon izlemiyorum. Okumadığım zamanlarda da bir şeyler yazarım, çizerim, karalarım. Günlük tutarım. Sonra o yazdıklarımdan çizgi köşelerim ya da sahne gösterim çıkmıştır ya da bir film-kitap dosyası. Yaşam tarzım böyle.
- Çizmek, yazmak, sahnede anlatmak... Sizi en iyi hangisi ifade ediyor? Ya da siz kendinizi nasıl hissediyorsunuz çizerken, yazarken ve sahnede?
Hepsi birbirine bağlı şeyler. Kendimi bunlarla gerçeklediğimi düşünüyorum. Kafamdaki şey hangi formata uygunsa orada deniyorum. Çizerek, yazarak ya da çıkıp anlatarak.
- 15 öykü var, bazıları birbirinin devamı gibi bazıları değil. Bu kitap nasıl oluştu? Ne kadar sürede yazdınız?
Aslında kronolojik sırayla gidiyor. Hatırlayabildiğim en eski anılardan, aklımın bir şeylere erdiği ilk yıllardan başlayıp 25 yaşına kadar olan hayatımın ilk çeyreğinde bende iz bırakan olayları kurguladım. Kitaptaki tüm öykülerde kahraman-ben bakış açısı kullandım. Sadece "Gogol'ün Gocuğu"nda tanrısal bakış açısıyla yine kendimi anlatarak yazmayı denedim. İlk öyküler 2015'te yayımlandı. 5 tanesini bu yıl yazdım.
- Kitabın adı için neden Maliyeciler Kampı'nı seçtiniz? Öyküyle bir ilgisi var mı?
Maliyeciler Kampı matbu olarak yayımlanan ilk öykümdü. Diğer öykülerin de ruh halini özetleyen öyküm o olduğu için, kitaba da ismini versin istedim.
YAPAY BİR ŞEY YOK, TAMAMEN ORGANİK
- Öykü kitabı ama sanki yaşadıklarınızı birebir anlatmış gibisiniz... Karikatürlerinizde de böyle hissediliyor. Sizce okuyucu neden böyle hissediyor olabilir?
Üretici konumunda iseniz; hikayeniz, bir derdiniz olması gerekir. Yazıp çizmek dürtüsel şeyler, "hadi baba oturalım yazalım, çizelim" şeklinde bir şey olamaz. Bir de bu işi yapalım denecek bir şey değil yani. Bir de "aa benim zamanımda şu vardı, bak bu da vardı hatırladın mı" böyle bir şey de olamaz. Ben kendi yaşadıklarımı kurguluyorum. O dönemki siyasi politik olaylarla bende iz bırakan hisleri, tınıları, auraları anlatıyorum. Bu duygu durumu da haliyle okura geçiyor. Yapay bir şey yok sanırım bu yüzden. Tamamen organik :)
KİTAPTAKİ O 90'LARIN ÇEKİNGEN ÇOCUĞUNU GÜNÜMÜZDE FENA DÖVERLERDİ
- Öykülerden ve kitabın kapak fotoğrafından 90'lara özlem duyduğunuz hissediliyor. Bu dönemde sizi en çok ne zorluyor? 90'lara dair en çok neyi arıyorsunuz?
Bu kitap kapak görselinden sayfa tasarımına kadar her noktasına karıştığım, kafamdakini gerçeklediğim bir iş oldu. Sayfaları özellikle beyaz kağıt seçtik. 90'ların başında bir çok yayınevi beyaz kağıda basıyordu çünkü. Ben aslında hep öyle anlaşılsa da 90'lara özlem duymuyorum. O yıllarda hep sokaktaydım. Sokağın ruhunu biliyorum. Dönemi çok iyi hatırlıyorum. Olaylar, müzikler... O dönem ülkemizde bir geçiş dönemiydi ve bizi iyi kötü her yönüyle besleyen dönemdi. Bunları yaşadığım için şanslıyım. Ama “Ah ne güzeldi” deyip özlemek, sürekli düşünmek, o dönemden çıkamamak olsa olsa travma olur. Oradan beslendiklerimle, onları kullanarak ileri bakmaya, yeni şeyler üretmeye çalışıyorum sadece.
Bu döneme adapte olmak çok zor. Sürekli yeniliklere açık olmak, bir şeyler öğrenmek gerekiyor. “Benden bu kadar” deyip çekildiğinizde kaybediyorsunuz. Yeni nesilde beni en zorlayan şey saygı kavramının yitirilişi. Diğerleriyle bir şekilde mücadele ediyoruz. Biz Rocky izleyerek büyüdük, hayat sana vuruyorsa karşılık vermelisin. Ama kitaptaki o 90’ların çekingen çocuğunu günümüzde fena döverlerdi.