Gırgır’ın son dönem genç çizerlerinden, İzmirli karikatürist Uğur Günel ile gerçekleştirdiğimiz söyleşi sizlerle…

Karikatüristlik bir meslek mi? Hobi mi? Ek iş mi? Yoksa bir yaşam biçimi mi? 
Ya da “Bisiklet yakalı olmak mı?” karikatürist olmak?

Efsane mizah dergisi Gırgır’ın son dönem genç çizerlerinden, İzmirli karikatürist Uğur Günel, “Beyaz yaka bana göre değil; ben bisiklet yakalıyım, sevdiğim şeyi yapmaya çalışıyorum” diye ifade ediyor.

Karikatürlerinde İzmir’i çizmeyi, hikayelerinin çoğunu İzmir’de kurgulamayı tercih eden; bunu, “Mizah dergilerinde fonda hep İstanbul olur. Özellikle İstiklal Caddesi. O algıyı kendimce yıkmak istemiştim” diye açıklayan Uğur Günel’i “Sosyalleşmek Lazım az biraz” köşesiyle tanıyoruz.

Bir mizah dergisinin köşesinde doğan, kitap olan, sahne alan “Sosyalleşmek Lazım az biraz” kız arkadaşlarından ayrılmak zorunda bile bırakmış Uğur Günel’i.

Her çizgisinde 90’lar kuşağı olduğunu buram buram hissettiğiniz Uğur Günel’in ‘sosyalleşmek lazım az biraz’ından günümüz genç kuşağının ‘sosyalleşme’sine ne değişti? Gergin, alıngan ve tahammülsüz bir toplumda mizah yapmak nasıl bir şey? Nasıl başladı, nasıl devam ediyor?

  • Nasıl karikatürist oldunuz?

Ben 90lı yıllarda sokakta büyüyen nesildenim. 88 yılından beri sokaktayım. Ama çok çekingen ve içine kapanık biriydim. Sürekli kitaplar, dergiler okurdum. Kitaplarımı bile sokakta okurdum diyebilirim ve sürekli hayal kurardım. Çekingenlikten dolayı pek konuşamıyordum. O yüzden de yazıp çizerek anlatmayı seçtim sanırım. Daha ilkokuldayken fanzin tarzı dergiler hazırlardım. Sonra sınıfta onun elden ele okunuşunu yine çekinip, utanarak izlerdim. O zaman hoşlandığım bir kız vardı. Çizdiklerimden o da etkilenir zannediyordum. Üniversiteye kadar bu lokal diyebileceğim okul ya da sınıfla sınırlı fanzinlerim sürdü. 2000 yılında lisede hocam Halil Çiçek’in yardımıyla 19 karikatürlük bir sergi açtım. 2002’de ilk karikatürüm Milliyet gazetesinin ek olarak verdiği Kirpi isimli mizah dergisinde yayınlandı. Kirpi kapanınca karikatürlerimi biriktirip LeMan dergisine yolladım. Gürcan Yurt yönetiminde, benim gibi amatör arkadaşların işlerinden oluşan Paf takım diye bir sayfa hazırlıyorlardı. Ama LeMan kimlik kartımız bile vardı. Çok havalıydı 🙂 O sırada da bir şirkette eğitmenlik yapıyordum ama LeMan’da çizer olmak istiyordum. Aileme kendimi ispatlama derdindeydim. Daha fazla dayanamayıp şirketten istifa ettim. 2010’da Gırgır’da köşe verdiler. Dergi kapanana kadar da orada çizdim. Arada başka birçok aylık haftalık dergiler, gazeteler de oldu tabii.

  • Yıllarca çizerlik yaptığınız Gırgır bir anda kapandı. Ne hissettiniz? Gırgır öncesi ve Gırgır sonrasını kıyaslayacak olursanız; neler söylersiniz?

Biz derginin sonraki sayısını sabaha karşı baskıya yollayıp yatmıştık. O sırada bir önceki sayıdan malum karikatür paylaşılmış. Sanki kapakmış ve biz bir gazetenin ekiymiş gibi lanse edilerek. Olay Twitter’da büyümüş. Mesaj kutularımız, tüm çizer arkadaşlarımın fotoğraflarıyla ifşası ve ölüm tehditleriyle doluydu. Ertesi gün de derginin kapatıldığını öğrendik. Açıkçası boşluğa düştüm. Yıllardır her pazar gecesi oturup salı sabahına kadar köşemi ve politik sayfalardaki işlerimi çizerek yaşıyordum. Artık pazar gecesi “Ne çizeceğim lan ben” diye bir stresim yoktu ama kendimi çok amaçsız hissettim. O boşluk hayatımda uzun bir süre devam etti. Dergi bizim derdimizi anlattığımız, kendimizi ifade edebildiğimiz tek mecramızdı. Kendimi 8 yıl oturduğu, benimsediği evinden zorla çıkarılmış, sokağa atılmış gibi hissettim. Dergiler bir gün kapanır yenisi açılır ya da siz artık çizmez, çizemezsiniz bunlar olur, çok da önemli değil. Beni asıl üzen birkaçı hariç hiçbir meslektaşımızın tek kelime etmemesiydi. Ne bir gazeteci aradı ne de sözde bir dernek. Twitter’da dolanan ifadelerden minik bir haber yapıp geçtiler. Şu an çeşitli ajanslara ve arada tek tük yayın organlarına çizmeye devam ediyorum.

u1

MİZAH DERGİLERİNDE FONDA HEP İSTANBUL OLUR. O ALGIYI KENDİMCE YIKMAK İSTEMİŞTİM!

  • İzmirli, kariyerine de İzmir’de devam eden bir karikatüristsiniz. Tabii ki başka yerlerden de hikayeler görüyoruz ancak karikatürlerinizin çoğu İzmir’de geçiyor. Kordon’da nargilecideki hikayeden, Göztepe maçındaki hikayeye, araç plakasında 35’i kullanmanızdan arkada bir yerlerde saat kulesini görmemize kadar hep bir İzmir vurgusu/izi var. Neler söylemek istersiniz?

Evet İzmirliyim ama aslında Gırgır’da çizmeye başladığımda İstanbul’da yaşıyordum.  Çok da gezdim. Çok genç yaşta bütün Türkiye’yi dolaşmış biriyim. Ama ağırlıklı olarak İzmir’i hikayelerde tema olarak kullandığım için üzerime yapıştı. Amacım kendimce ABD’deki lokal müzik etkisi gibi bir şey yapmaktı aslında. Sanki New Jerseyli bir rock şarkıcısı gibi. 🙂 Mizah dergilerinde fonda hep İstanbul olur. Özellikle İstiklal Caddesi. O algıyı kendimce yıkmak istemiştim. Bir de ben en özel anılarımı hep İzmir’de yaşadım. İlk izlediğim film, ilk aşık olduğum kız. Hepsi İzmir’deydi başka nereyi kullanayım. Bence İstanbul’un yozlaşmasının arkasında az biraz bunların da payı olabilir belki.  Zamanında İstanbul’u güzelleyen çoğu kişi şimdi İzmir’e ya da Ege kasabalarına yerleşiyor. Zaten artık dergilerdeki ofis kavramı da kalmadı. O meşhur dergi sabahlamaları falan eskisi gibi ortamlar yok. Herkes hibrit çalışma sistemine geçti ve evinden gönderiyor. Kaldı ki iletişim çağında nerede yaşadığının bir önemi de yok. Ben bunu yıllar önce de yapıyordum.

kitap-kapak-scaled.

  • “Sosyalleşmek Lazım az biraz” nasıl doğdu? Kitap da çıkardınız aynı isimde…

Gırgır’daki köşeme karikatürler çiziyordum. Köşem küçüktü, karikatürlerim çok diyalogluydu, o yüzden sığmıyordu. Sıkış tepiş olmasın diye skeç dediğimiz 3-4 kareden oluşan band karikatürler çizmeye başladım sonra. Araya askerlik girdi. Döndüğümde bir şey çizemedim. Başka sıkıntılı özel olaylar da oldu. Kedim Bihter de aynı dönemde öldü. Ağır depresyona girdim. Düzenli gittiğim uzman bana, “senin sosyalleşmen lazım” deyip duruyordu. Dergideki işimden de olmak üzereydim. Stresten ne çizeceğim diye debelenirken o köşe doğdu. İlk köşeyi Bihter’in anısına diye çizmiştim. Doktor sahnesini çizip anlattım; o şekilde başladı. 6 yıl kadar da sürdü. Biraz geç oldu ama o köşelerden derlediklerimle de albümünü çıkardık 2020 yazında.

  • Uzman önerisi ve sizin bu öneriden de mizah çıkarmanız, sosyalleşmenizi sağladı diyebilir miyiz?

Kısmen. Orada metafor aslında… Evde oturup bunlara kafayı takan bir adam var işte. Evde oturmak daha da kötü oluyor e kalabalıkta da yalnızsın. “Birini hayatıma sokayım o kişi bana iyi gelsin” diye düşünüyorsun da e sen iyi değilsen kimse sana iyi gelmiyor. Çıkmaz döngü. Ateistler bunu açıklasın. (Gülüyor) Sosyologlar açıklayabilir ama.

  • “Sosyalleşmek Lazım az biraz” kitabınızı okudum. Kitaptaki tüm hikayeleri birebir yaşadığınızı düşünüyorum. En azından böyle bir his geçiyor… Çizdiğiniz, anlattığınız bu hikayeleri birebir yaşamış oluyor musunuz? Ya da ‘tamamen hayal ürünü’ mü 🙂

Birebir yaşadıklarım da var ama çoğunluğu başıma gelen bir olaydan hareketle bir kurgudan oluşuyor. Çünkü olaya tarafsız bir bakış açısı sunmam lazım. İki tarafın gözünden kurgulayıp, bir denge kuruyorum ve yargılama kısmını okura bırakıyorum.

  • Albümde/kitapta yer alan birebir yaşadığınız hikayeyi paylaşır mısınız? Özel olmayacaksa…

Kitaptaki ABD hikayesi, Ankara hikayesi, Game of Thrones hikayesi birebir gerçek hikayeler. Aslında çoğu gerçek ancak mutlaka bir kurgu yapıyorum.

BU YÜZDEN KIZ ARKADAŞLARIMDAN BİLE AYRILDIM!

  • Hikayeler sosyalleşme ve kadın-erkek ilişkileri üzerine. Hiç, “Burada bizim başımıza geleni/yaşadığımızı çizmişsin” diye tepki ya da övgü aldığınız oldu mu?

Bunu en çok birinci derece yakınlarım yapıyor. Bu yüzden kız arkadaşlarımdan bile ayrıldım. “Bu ben miyim?” ya da “Sen benimle birliktesin, bu kadın kim? Hayatında başka bir kadın mı var” diyenler oldu. Aslında örneğin yan masada tartışan çifti dinleyip “benim kız arkadaşım bu olsa nasıl davranırdım?” diye düşünüyorum ve yan masadaki tartışmadan bir kurgu yapıp onu hikayeleştiriyorum. Her hikayede farklı kadının olması da sorun oluyor tabii. (Gülüyor) Oysa ben her macerada değişik özelliklerde farklı kadınlar olsun istedim. “Karşılaştığımda nasıl çatışma çıkar?” Metafor buydu. O kadar kız arkadaşım olsa onları çizmeye vaktim olmazdı ama anlatamadım. (Gülüyor) Sadece tek kişi ve tek ilişki üzerinden gitmek istemedim yani. Örnekleri var ama ben istemedim. Kısacası, kafamı meşgul eden ne varsa çizdim, çiziyorum.

ugurgunel_konak2021-scaled

  • Teknoloji hızla ilerliyor, her gün yeni bir ‘sosyal mecra’ karşımıza çıkıyor. Yeni nesil yani Z kuşağı denilen kuşak buna gözünü açtı ve ‘sosyal medyada’ sosyalleşiyor diyebiliriz. Sizin ‘sosyalleşmek lazım az biraz’ınız ile günümüz çağının genç kuşağının ‘sosyalleşme’sini nasıl yorumlarsınız?

İnsanları kuşak kuşak ayırmayı sevmiyorum. Bu da ayrıştırıcı bir kavram. Ne yaptıklarıyla ilgilenmek lazım. Bu kişi ne üretiyor? Tıpta yeni bir şey mi buluyor, edebi bir eser mi yaratıyor. Böyle bakmak lazım. Z kuşağından bir kardeşim kansere çare bulmaya çalışırken, X ya da Y kuşağından birinin tek derdi arabasını yenilemekse ya da bir oturuşta 7 sezonluk diziyi bitirmekse buna ne diyeceksin? Ama genelleme yaparsak şöyle bir şey var. Bilgiye ulaşmak eskiden zahmetli bir şeydi. Ben ilkokuldayken merak ettiğim bir şey için hafta sonları sabah erkenden kalkıp evimizdeki kütüphaneden ansiklopedi karıştırdığımı biliyorum. Sonra duyduğum bir şarkıdan etkilenip onun peşinde koşmalar… Radyoda çıkmasını beklemek. Kaset bulmak zordu, çektirirdik ve bunun için 15 gün beklerdik. Bunun gibi şeyler… Bilgi ve hobi peşinde koşmak zahmetliydi ama kıymetliydi de. Sosyal hayatımız da sokaktı. Televizyonda izlenilen film tartışılırdı. Sonra atari salonları, sinemalar. Sosyal hayatımız buydu ve dolu doluydu. Bunları yaşamış biri olarak, çizgi öykülerimde bolca kullanıp, artık bilgiye zahmetsizce ulaşabilen bir jenerasyon arasındaki savruluşumuzu anlatmıştım aslında… Çünkü televizyondan bilgisayara oradan da internet çağına geçiş birkaç yıl içinde (Bizzat tanıklık ettiğim 1990-98 arası yani) çok çabuk oldu. Sokaktan evlere ve AVM’lere geçiş de öyle. Alt jenerasyonla mecazi anlamda çatışmamız da bu nedenle hızlı oldu. Mesela alt jenerasyondan birinden hoşlanıp, ilişki yaşadığım ya da tanımaya çalıştığımda beni -hikayelerimde bahsettiğim- yalnızlığa sürükleyen kopuşlar bundan kaynaklı. Bugün 35 üstü olanlarımız için, bizden önceki nesli anlayabilmek biraz daha kolay belki. Ama Z kuşağı bundan da uzak. İhtiyaç da duymuyorlar. Bilgi bu kadar kolayken dahi her şeyi hazır istiyorlar. Araştırma kavramının onlarda bittiğini düşünüyorum. Araştırma, bilgi edinme yok ama buna rağmen önüne gelen her şeyi bilgisi olmadığı halde acımasızca eleştirme huyları var. Yine kendi işlerimden örnek vereyim; ben bir eseri izlediğimde ya da okuduğumda orada bahsedilen bir kitaptan, kullanılan bir şarkıdan ya da bir isimden yola çıkarak onun peşine düşer araştırırım. Mesela Kaybedenler Kulübü filminin depo sahnesinde, “bu nasıl satılmaz en azından kütüphanelerin birer kopya almaları lazım” diye bahsedilen bir kitap kolisi vardı. Kitapların sırtında Alfred Kubin yazıyor. Ben buradan yola çıkarak bu kitabın peşine düşüp bulmuştum. Yazarın ilk ve tek kitabı; Diğer Taraf. Ben iyi bir işin böyle sindirerek tüketileceğine inanıyorum. Yeni nesilde tam da bu sindirme sorunu var. Bu onları hayattan zevk alma meselesinde daha da çıkmaza sokacak. Bu konu hakkında saatlerce konuşabiliriz; çağımızın en büyük sorunu bu.

aytekin

SOSYALLEŞMENİN BİLGİ VE KÜLTÜREL İÇERİKLİ PAYLAŞIM ÖZELLİĞİ ORTADAN KALKTI

  • O günlere özlem duyduğunuzu, bu dönemin hızı ve hızlı tüketiminden rahatsız olduğunuzu anlıyorum. Buradan da bir köşe çıkar sanki “Sosyalleşmek Lazım az biraz” gibi… Peki bunları yeni neslin mizah anlayışına nasıl bağlarsınız?

Ters Dergi’ye devamını çiziyorum. Kitaptakiler 26-33 yaş arasındaki halim. Ben artık 38 yaşına geldim, yaş kemale erdi. Ters Dergi’ye şimdiki halimle çiziyorum. Yine toplum içine giremiyorum, yine içindeyim. Z kuşağına hitap ediyor mu bilmiyorum ama kendinden bir şey bulduğunu söyleyen çok var. 90lara duyulan özlem değil de aslında; bizim yaptığımız güzelleme. Sokak vardı, bir aradaydık, iç içeydik, paylaşıyorduk. Herkes içselliğe döndü. 3+1 evlerde aile kurmak değil, 1+1 evlerde tek yaşamak istiyorlar. Tahammül sınırlarımız bitti, tahammül edemiyoruz. Sosyalleşmek; işten eve gelip bir film izleyip yanında da bir bira içmek oldu. Dışarda hiç tanımadığım birine vakit ayırıp sıkıntısını dinlemektense, ki hep dert anlatıyoruz artık birbirimize ve insanlar artık dert dinlemekten bıktı, kendi içinde kitap okuyayım, dizi izleyeyim noktasına geldi. Sosyal ortam misyonunu yitiriyor yani. Partilemeler, kokteyller, dernekler… Eskisi gibi değil artık. Birine “Kahve içelim” diyorsun sana vakit ayırmak istemiyor. Sırf bunun için hayatımdan çıkardığım insanlar var. Bu da sosyalleşmeyi engelliyor. Oturacağın mekanı bulmakta bile sıkıntı çekiyorsun; orada sigara dumanı çok, burada bilmem ne yok… Bu tip insanlar arttı. Buna bile kafayı takıyorlar. Amaç iki kişinin tanışması, ama başka şeylerde başka önceliklerde kafa. Belki bir story (anlık ve süreli görüntü) paylaşacak onu düşünüyor. Oysa bana göre deniz kenarında yürüyüş yapıp konuşmak bile çok değerli. İş ilişkisi, arkadaş ilişkisi hepsi aynı durumda. Daha önce hiç böyle bir şeyle karşılaşmadım. Genelde sıkılan bir insan olmama rağmen en sıkıntılı dönemi yaşıyorum. Anlaşılmama dönemindeyiz. Sosyal ortamın olayı kültürel paylaşımın olduğu yerlerdi aslında. Farklı meslek gruplarından birilerinin bir araya geldiği, konudan konuya birçok sohbetin birbirini açtığı, farklı kişilerin farklı paylaşımlarının olduğu birbirinden beslendiğin ortamlardı. Ama bu kalmadı. Sosyalleşmenin bilgi ve kültürel içerikli paylaşım özelliği ortadan kalktı.

ugurOkul.

  • Sadece karikatür çizmiyorsunuz… Bazen üniversitelerde bazen daha küçük yaş gruplarına yönelik atölyeler düzenliyorsunuz. Bir de stand-up gösteriniz vardı…

2016’da dergideki hikayeler paralelinde bir stand-up gösterisi yazdım. Bireysel girişimimle birçok yerde de sahne aldım. Arkamda bir sponsor ya da organizatör yoktu. Mekanlarla birebir görüşüp şartlarda anlaşırsam sahne alıyordum. İstanbul’da yaşadığım dönem en büyük hayalim Beyoğlu’nda bir mekanda sahne almaktı. Gösteriye başladığımın ikinci yılında, Beyoğlu bitti denilen dönemde, İstiklal Caddesinde bir mekanı doldurmayı başardım. Birçok şehir ve mekanda çıktım: İstanbul, Eskişehir, İzmir, Yalova… Covid19 pandemisiyle mekanların kapanmasına kadar sürdü. Başlarda kaygılıydım ama fark ettim ki kağıtlar dışında kendimi en rahat hissettiğim yer sahneydi. 2012’den beri bazı özel okullarda karikatür kulüplerinde eğitmenlik yapıyorum. 2 yıldır Ege Üniversitesi Karikatür ve Mizah Topluluğu’nun atölye eğitmenliğini yapıyorum. Orada Maytap isimli mizah dergisi de çıkıyor. Her yaştan öğrencim var ve hepsi beni ayrı besliyor. İlköğretimdeki çocuklarla da vakit geçirmeyi çok seviyorum; onların dünyası bana enerji veriyor. İzledikleri şeyleri ve oyunları araştırıp öğreniyorum ben de. Sonra tartışıyoruz birlikte. Onlar için bir kitap hazırlıyorum şu an.

  • Eğitim kitabı gibi mi?

İçinde hikaye ve çalışma sayfası olan interaktif bir aktivite kitabı. Boyama kitabıyla hikaye kitabının iç içe olduğunu düşünün. İlkokul ve okul öncesi seviyesine uygun. Yayınevine sunduk beğendiler, haber bekliyoruz. Bir de yoga aktivite kitabı hazırlıyoruz, 4 yaş ve üstü için, ben çizimlerini yapıyorum. Ayrıca bir firmayla görüşüyoruz, tüm yaş gruplarına yönelik olan workshopumu sonbaharda farklı okullarda sahneleyeceğiz.

  • İzmir’de mi?

Bu kapsamda Türkiye turnesi yapabiliriz, görüşme aşamasındayız. Olursa, talepler kapsamında Türkiye genelindeki okullarda etkinliklerimiz olacak. Yeni bir gösteri de yazdım; eğer eğitim turnesi olursa gittiğim yerlerdeki kültür merkezleri ve üniversitelerde de sahne alacağım.

matrix3-1

ARTIK OKUR KİTLESİNE DEĞİL BAKAR KİTLESİNE İÇERİK ÜRETİLİYOR!

  • Yıllardır mizah yapıyor, karikatür ile hikaye anlatıyorsunuz. Başladığınız zamanlardan bugünlere… Türkiye’de mizahı nasıl görüyorsunuz?

Artık herkes kendi mizahını yapıyor. Sosyal medya bu işleri bitirdi. Taksitle Çin malı telefon alan herkesin bir mecrası ve orayı doldurduğu içerikleri var. Görseller, videolar ya da yazılar. Burada temel sıkıntı o içeriğin kalitesini sorgulayacak bir merci olmaması. Örneğin; mizah dergisinin en önemli mekanizması, ana kolonu editördür. Mizah dergileri bir de kolektiftir ve bu topluluğu editör dengede tutar. Editör dediğimiz kişi de edindiği deneyimi, birikimi ve tecrübesi ile ordadır. Haybeye değil. Mizah dergilerindeki yazar çizerler de bu sınav sürecinde bu okuldan mezun olmaya çalışıyorlardı aslında. Mizah(!) üreten hesaplarda bu nokta yok. Şimdi bireysellikle ben oldumculuk çıktı. “Takipçim çok evet demek ki ben oldum” diye düşünüyorlar. Bu yüzden sabun köpüğü gibi yükselip yok olacaklar. Artık okur kitlesine değil bakar kitlesine içerik üretiliyor. İş inanılmaz bir noktaya gitti. Takipçisi çoksa tamamdır deniyor ve ona sponsorluk veriliyor, reklam alıyor falan. Çizgi kalitesi zaten yok denecek kadar az. Tek özellik gündemde ne varsa hızlı şekilde yorumlamaları, mizah dergileri fiziken bunlara yetişemediği için popülaritesini yitirdi. Ne yazık ki ayakta kalmak adına bu hesapların sahiplerinden de medet ummaya başladılar. E sizin duruşunuz nerede kaldı peki? Böyle olmamalı. Gidişatı iyi görmüyorum.

  • Nasıl olmalı? Sizce var mı bir yol?

Özellikle dergiler devam etmeli kendi kabuklarında. Kendi yağlarında kavrulmalı ve “buradayız” demeliler. Tabii ki onlar da ekonomiye yeniliyorlar. Kağıt pahalı, dağıtım pahalı… Dijital olarak devam edebilirler. Bunu bir şekilde fonlayabilirler. Sponsorla, NFT ile ya da fonlarla… Yayınevlerinin de elini taşın altına sokmaları lazım. Çok kaliteli kağıtlara Batman basıyorlar. Senede birkaç kez çıkan dergilerde yazar-çizerleri bir araya getirebilirler. Reklam da alabilirler çizere telif ödemek için. Biraz da özeleştiri verilmesi gerekir. Başarılı diye değil, takipçisi çok diye birileri kadrolara katılıyor. Çizemiyor, espri yok, e niye orada? Takipçisi çok. Kısa süre içinde patlıyor zaten bu tarz adımlar. Yeteneğe ve zekaya dayalı bir sektör bu.  Mizah dergisi çıkmaya devam etmeli, okur oldukça devam edecek sonuçta. Biz de bu röportajı yapıyorsak hala birileri merak ediyor…

  • Bir yandan da gergin bir iktidarın yönetimde, gergin ve alıngan bir toplumda yaşıyoruz. Bu mizahı ve sizleri nasıl etkiliyor sizce?

Mizaha tahammülsüzlük tarih boyunca var. Karagöz hikayesine bakın, şimdi değişen ne var ki? Biz mizahçılar olarak hep azınlıktaydık. İnandıklarımızı söylüyor ve hoşgörüye sığınıyoruz. Yapabildiğimiz tek şey, yaşama tek bir noktadan bakan kitlelere, kendimizce değişik bir bakış açısı, bir fikir sunmak. Güçlü olsaydık, zaten iktidar olurduk.

  • Azınlıktaydınız doğru ama dikkat çekmek istediğim bu değildi. Hoşgörüye sığınıyorsunuz ancak çok sert tepkilerle, sosyal medya linçleriyle, hatta zaman zaman davalarla karşı karşıya kalabiliyorsunuz. Söz sahiplerinin, kitleleri yönlendirenlerin tahammülsüzlüğünü nereye koyuyorsunuz? Yani az önce dediğiniz gibi, mizah dergilerinin popülaritesini yitirmesi sadece sosyal medyanın ve popülizmin hızla yaygınlaşması mı?

Her şey ekonomiye ve eğitim seviyesine dayalı. Bilinçli insan kalmadı. Yeni mezun tıp doktoru 3 bin 500 maaşla başlıyor. Bu ülke doktora 3 bin 500 veriyorsa kim ne yapsın mizahçıyı? Zaten bize çok değer verilmiyordu, şimdi hiç kalmadı. “Oğlum doğru düzgün iş bul, bu ek iş olsun” diyorlar. Annen baban bile böyle düşünüyor. “Karikatüristim” dediğimde “Peki asıl mesleğin ne?” diye soruyorlar. Hafta sonu şiir yazan memur gibi değil ki bizim meslek.

SAM_2444-kopyasi-scaled-1

BEYAZ YAKA BANA GÖRE DEĞİL, BEN BİSİKLET YAKALIYIM!

  • Karikatür çizmek, bunları kitaplaştırmak, atölye yapmak, farklı il ve ülkelerde etkinliklere katılmak, sahneye çıkmak… Birçok şey yapıyorsunuz. Her ayın 5’inde düzenli olarak maaşınızın yattığı, işe gidiş-geliş saatlerinizin ve günlerinizin belli olduğu, rutin/sistemli bir hayatta yine aynı şekilde üretebilir misiniz sizce?

O hayatı da denedim. Beyaz yakalı da oldum. Ama hiçbir şey üretemediğim için vazgeçtim. Doğru mu yaptım bilmiyorum. Maaşım yattığında mutluydum ama çizdiklerim birine ulaştığında ve bunun bana olumlu eleştiriler olarak dönüşünde daha mutlu olduğumu hissediyorum. Dergilerde çok komik rakamlarla çalıştım, hiçbir zaman çok param olmadı ama arada güzel işler de geldi. Bu işin mesaisi yok, ortaya çıkan işin saati de yok. Gün içinde dan diye bir şey bulursunuz ve yazıp çizmek istersiniz ya da çizesiniz gelmez o an. Uykunuzdan uyanıp oturup da çalışabilirsiniz. Doğasında bu var. Memuriyet ya da beyaz yaka bana göre değil. Ben bisiklet yakalıyım, sevdiğim şeyi yapmaya çalışıyorum 🙂

ANNEMİ BABAMI DİNLESEYDİM BEHZAT Ç. GİBİ BİR ŞEY OLACAKTIM!

  • Bisiklet yakalı olarak devam edeceksiniz kariyerinize bu durumda?

Zevk aldığım şeyleri üretmeye devam edeceğim gücüm yettiğince. İş nerelere varır bilemiyorum ama böyle geldi böyle gidecek gibi. Çoğu kurumdan teklif geldi, havuz medyasından da başka mecralardan da ancak ben görüşüme uymadığı için kabul etmedim. Çoğu karikatüristler sahte mahlaslarla iş yaptılar ama ben duruşumu bozmadım. Bu bana parasızlığa da mal oldu ama daha önemli şeyler var. Zengin olmadım hiçbir zaman ama iyi anılarım oldu. Annemi babamı dinleseydim Behzat Ç. gibi bir şey olacaktım.

  • Mizah ve karikatür ile ilgili bir şeyler yapmak isteyen, bu alanda ‘sosyalleşmek’ isteyen İzmirliler neler yapabilir? İzmir bu alanda özellikle etkinlikler/atölyeler başta olmak üzere sizce yeterli imkana/seçeneğe sahip mi?

Birçok atölye ve workshop var. Çeşitli kurumlar firmalar da düzenliyor, belediyeler de. Ben yıllar önce bunu kafelerde ve barlarda da yaptım ama bir yerden fonlanmadığım için ve sponsorum, temsilcim olmadığı için sesimi duyuramadım. Şimdi her yerde bir etkinlik var. Benim de yüz yüze ve online atölyelerim, workshoplarım var. İsteyenler sosyal medya hesaplarımdan bana ulaşabilirler.