Binmem gereken gemi şimdiden düdüğünü öttürmeye başladı. Zaman daralıyor ama kendimi bu ıssızlıktan kurtaramıyorum.

Kaygılı gözlerim ateş püskürterek, ben yıkılan şehrin yasını tutarken İzmir'in isten gölgesini bir sanrı olarak önüme çıkartıyor. 

Ah Amazon şehri! Şimdiye kadar üç kez kendi evlatlarını felaketlere kurban veren şehir!

İzmir, önce bahşedilen sonra dayatılan ayrıcalıklar sayesinde ticarette çok ilerlemedi mi? Altı yüzyıl boyunca Levanten ticaretinin en büyük şehri değil miydi? 

Alevlerin ve küllerin ardında anlamsızlaşan bu nesnel düşüncelerden uzaklaşıyorum. Kişisel düşüncelerime, hatıralarıma dalıyorum… Alevlerin, küllerin içinde sonsuza kadar hapsolacak bu hatıralardan kendimi koparamıyorum.

İzmir! İzmir!

Adı kulaklarımda çınlıyor. Yangının gürültüsü, nereye kaçacağını bilemeyen insanların dehşetli çığlıklarını, şaşkınlık içinde felaketi düşünürken yakılan ağıtlarını bastırıyor. Daha önce ayaklarımın sadece mutlulukla bastığı bu topraklardan ayrılmak zorundayım artık. 

İzmir! İzmir!

Ergenliğim, çocukluğumun ilk yılları, tüm unutulmuş ayrıntılarla, gölgede kalmış hislerimle beklenmedik bir netlikte gözlerimin önünden geçiyor. Anlık bir illüzyon bu. Yıllar sonra memleketime bir trajedinin tam ortasında dönmek derin bir pişmanlığa dönüşüyor. Pişmanlık! Üzerinde yürümeyi öğrendiğim bu toprağa yeterince değer vermediğim için pişmanlık hissediyorum. Ayaklarımın altından, bir ağaç misali toprağın en derinine uzanmış köklerimin yandığını hissediyorum şehir ile birlikte. Gözlerimden akan yaşlarla beraber boğazımdan bir hıçkırık yükseliyor. 

Artık endişesini yeni yeni yaşamaya başladığım yegane şey, artık var olmayan bir yeri sevmeye nasıl devam edebileceğim. Çünkü benim büyüdüğüm İzmir yakında var olmayacak.

Etrafımdan devamlı olarak bunlara benzer söylentiler duyuyorum: "Punta’da Anglikan Kilisesi yanıyor… Boyadjidika Kardeşler Okulu'ndan geriye hiçbir şey kalmayacak… Yakındaki Aya-Fotini'de hiçbir şey yok..." 

Haydutlar bir anda her yeri ateşe vermiş! Haydutlar! Hangi, hangi haydutlar ? Gerçek ortaya bir gün çıkabilecek mi bilmiyorum ama bunu yapabilecek insanlar yalnızca haydut olabilir!

Yanan binalara giren insanlar gözüme çarpıyor. Terk edilmiş evlerden, hastanelerden ateşler yükselmeye devam ederken normalde yağma, hırsızlık yapıldığını düşündürecek bir hızda eşyalar kurtarılmaya çalışılıyor. Hastaneler boşaltılıyor. Ahşap binalar karton gibi yanıyor, diğerleri uğursuz bir gümbürtüyle yıkılıyor. Ben ise bütün bunların teker teker üzerime düştüğünü ve beni boğduğunu hissediyorum.

Beni gemiye alacak kayık alabildiğine kalabalık. Ağlayan bir kadın ve denizde boğulmasın diye kollarıma aldığım bir çocuk ile kalabalık arasından güçlükle süzülüyorum. Eğiliyorum, elimi denize sokuyorum ve denizin şimdiye dek hiç olmadığı kadar sıcak olduğunu hissediyorum. 

Kendimi zorlukla attığım gemi, yavaş yavaş, isteksizce hareket ediyor. Korkunç ve bitkin yüzlerle çevriliyim. Dört yaşında bir çocuk şehre dönerek ellerini çırpıyor: "Anne bak, ne güzel, ne güzel!" Anne arkasına bakıyor ve gördüğü manzaraya bir saniye dahi dayanamadan kafasını çeviriyor.
Bu yürek parçalayıcı ıstırap anında, insanların yanan binalardan çok yanan hatıralarını düşündüğüne eminim.

Kadınlar, hemen hepsi acı verici manzaraya bakmaktan kaçınıyor. Erkekler ise arka taraftaki tırabzana yaslanıp, seyrediyorlar. Kimi anlamsız bir hevesle izliyor, kimisi susuyor, kimisi konuşuyor. Gemide tam kaç kişi var, kestiremiyorum. Ancak hepsi aynı duyguyla tedirgin: Acı! 

Gemi limandan uzaklaşırken siyah duman bulutlarını, şehrin farklı yerlerinden aniden yükselen alevleri, taş yığınlarına dönüşmüş, kömürleşmiş binaları izliyorum. Gökyüzü alev alev, Pagus Dağı'nın kendisi kan kırmızı lavlarla parlayan bir yanardağ gibi görünüyor. Deniz menekşe rengi, pürüzsüz ve dalgasız... Arkamı dönüyorum: Orada gökyüzü berrak, deniz mavi, açıkta köpüklü dalgalar…

Düşüncelerime geri dönüyorum, şehirden gelen sesler azaldı. Geminin yanlarına vuran dalgaların sesi azaldığı anlarda ateşin boğuk çıtırtısını hala duyabiliyorum.

Geride kalanları düşünüyorum, kıtlığı, salgınları, gözyaşlarını, dökülen kanı düşünüyorum. Doğduğum evi düşünüyorum…

…artık hiçbiri yok.

Artık düşünmek istemiyorum.

Artık yanan bir şehir değil, akkor halinde bir ufuk görüyorum. Uzun bir süre keskin koku bizi takip ediyor. Sonra İzmir’den hiçbir şey kalmıyor, hiçbir şey! Bitti, gözlerimde yaş da kalmadı artık. 

Kollarım uzanmaya cesaret edemiyor ama ellerim son bir kez kucaklıyor;

Güle güle! Güle güle mutlu ve güzel şehrim...

Paulette Aliotti / La Lanterne Gazetesi - 14 Ekim 1922

Doğunun Gözcüsü Türk Ordusu | Images - 1941 Doğunun Gözcüsü Türk Ordusu | Images - 1941

Çeviri: Efe Yelbuğa / 35 Punto