Yunanlar ona "Güzel İzmir", "İyonya'nın Tacı"ve "Doğu'nun İncisi" diyorlardı ama bugüne kadar Türkler için İzmir hep "Gavur İzmir" olarak kalmıştı. Aslında Selanik nasıl Batılı Atatürk'ün doğduğu şehir ise, İzmir de Asyalı İsmet İnönü'nün dünyaya geldiği şehirdir.

Bu sabah, Doğu'nun ilahi şaheseri olan o altın şafaklarından birinin eşliğinde gemimiz Pagos Dağı’nın hakim olduğu uçsuz bucaksız körfeze, Troya ve Helen'in hatırasını arkasında bırakarak demirledi.

İzmir’e rıhtımdan ilk adımımızı attığımızda yetkililer bizi büyük bir nezaket ile karşıladı. Pasaportlarımızı bizden alıp, dikdörtgen cam bir kutunun içine koyup, kilitlediler. Belirgin bir şekilde görüntülenen fotoğraflarımızın bize benzerliklerine emin olduktan sonra şehri gezmemize izin verildi.

Mavi dalgalar boyunca, güzel konutlar, bankalar, dükkanlar, Türk radyosunun melodilerini ve sabah haberlerini duyduğunuz neşeli restoranlar sahil boyunca bize eşlik ediyordu. Orta Doğu'da hiçbir şehir, İskender'in bir generali olan Lysimachus'un kurduğu bu İzmir kadar Avrupa kültürünü benimsemiş değil. Başka hiçbir ülkede, ya da Türkiye’nin diğer herhangi bir şehrinde yeni İzmir'den daha Avrupalı ​​kent bulmanız mümkün görünmüyor.

Zor ve zarif Arapça alfabesi ile yazılan tabelaların yerini her yerde Latin alfabesi ile yazılan Türkçe afişler almış. Artık şehirde ne türban, ne fes, ne de peçeli bir yüze rast geliyorsunuz. En son modern konforlara sahip muhteşem otobüsler, tramvaylar bizim şehir sakinlerimiz gibi ofislerine veya banliyölere giden Avrupa tarzı giyimli insanlarla dolu.

İzmir’i neredeyse tamamen yok eden yangından eser kalmamış. Dünya Savaşı sonrası harap olan eski Romanesk Türk-Yunan kenti, körfezin kenarında modernize edilerek yeniden inşa edilmiş.

Yine de İslam kültürünün tarihi güzel çeşmeleri, artık eskisi kadar ziyaret edilmeyen camileri, ayağınızı yürüdükçe daha çok acıtan akıl almaz parke taşları, her sokağı mis kokulu bir tünele çeviren çiçekli çardakları şehrin savaş öncesi döneminden bugüne kalan az sayıda mirastan birkaçı.

Şehir merkezinde kehribar tespihleri ​​ve mavi inci kolyeleriyle tüm Japon ve Avrupa hurdalarıyla rekabet eden eski çarşılar mevcut. Ayrıca yeni, cumhuriyetçi ve laik Türkiye'nin kurtuluşunun sembolleri olan birçok ayakkabı ve şapka da tezgahlardaki yerini almış. Harem günlerinde kadınların giydiği rengarenk terlikler, fesler, sedefle süslenmiş, kuş ve çiçek motifleri ile bezenmiş o güzel takunyalar artık müzelere ait.

Geriye Dönüş Yok!

Türkiye, muzaffer Gazi Mustafa Kemal’in halka Latin alfabesini öğretmek ve onları modernleşmeye zorlamak için bir tebeşir ve karatahta ile kasabadan kasabaya yürüdüğü zamandan beri çok yol kat etti. Atatürk’e göre arkaik kıyafetler ve gelenekler toplumun ilerlemesini engellediği gerekçesiyle ciddi reformlardan geçirildi.

Yeni İzmir, şaşırtıcı bir şekilde Hollanda'da gördüğümüz, su ve kanallar üzerine kurulmuş neşeli ve düzenli kasabaları anımsatıyor. Genç cumhuriyetin bu kent ile gurur duyduğu aşikar.

Türkiye'de Neler Gördüm? | Images - 1941 Türkiye'de Neler Gördüm? | Images - 1941

Türkiye'de Alman propagandası çok büyük. Bana söylendiğine göre nüfusun %50'si, özellikle de gençler Almanlarla yakınlık hissediyor. Toplumun geri kalan %50'si, yani Fransız kültürüne hakim aydınlar ve eski kuşaktan olup, Dünya Savaşı'nda savaşmış olanlar ise yıllarca Alman çizmesi altında yaşamanın ne olduğunu bildikleri için tehlikenin farkındalar.

Almanlar ve İtalyanlar, on kat, yüz kat daha fazla propaganda yapmalarına rağmen, görkemli okulları, ticari alışkanlıkları ile genel olarak Türkiye'nin sempatisi demokrasilerden yana görünüyor.

"Türklerin Fransa'yı sevdiği, ruhen ona daha yakın olduğu inkar edilemez." dedi görüştüğüm yetkililerden biri. “Ama duygusal yakınlıkları bizimleyse de Türklerin ticaretteki en büyük ortağı Almanya’dır. Türkiye'nin dışarıdan aldığı ürünlerin %75'i, Türkiye'nin sınai olarak eksik olduğu her şeyi tedarik etmeyi kabul eden Almanya'nın elinde. Bir ikincisi de Türkiye bu ürünlerin karşılığını Almanya’ya tarım ürünleriyle ödüyor.”

Türkiye’de yaşayan sadık ve kadim bir Fransız dostum, "Demokrasiler, otarşik uluslara karşı savaşmak istiyorlarsa, önce ciddi bir ekonomik toparlanmayla uğraşmaları gerekir" dedi.

"Fakat bu şartlar altında Fransa ve İngiltere'nin bir çatışma durumunda Türkiye'ye güvenebileceklerine inanıyor musunuz?" diye sordum.

"En ufak bir şüpheniz olmasın. Deneyimime inan. Yirmi yıldır onların arasında yaşıyorum. İlk başta tüm Doğulular gibi bize şüphe ile yaklaşırken, daha sonra gösterdiğimiz dostluğa misli ile cevap verdiler. Onlar tanıdığım en sadık, samimi ve cesur insanlar. Yetersiz beslenmiş, donanımsız, pejmürde askerlerinden oluşan, kadınlardan yardım alan, kimseden yardım almayan ve beş parasız küçük bir grupla Atatürk, düşmanlarını denize döktükten sonra halkını modernleştirmeyi ve iyileştirmeyi başardı. Orta Doğu tarihinin en iyi örneği Türkiye!”

Mevcut ve ağır küresel ekonomik krize rağmen İzmirliler, her zamanki mesleklerini barışçıl bir şekilde sürdürüyor ve sosyal hayattan da geri kalmıyorlar.

Şehirde futbol maçları çok popüler. Paraşüt kulesi deseniz bir an boş kalmıyor. Sokaklarda gruplar halinde Sovyet modeli sarı örgülü yuvarlak şapkasının altında lacivert üniformalı kız öğrencilerin genç yüzleri gülümsüyor. Herkeste bir mutluluk, bir refah havası… 

…ve yüzünde peçe olmayan çok çekici bir kadının yüzüne bakarak kendi kendime dedim ki; bunca zaman yüzleri nasıl karartıldı, gençliklerine, güzelliklerine nasıl duvar örüldü bu insanların? Mustafa Kemal Atatürk kadınları sadece kağıt üzerinde mi özgürleştirdi? Hayır! Onlara Batı'daki kardeşleri gibi sağlıklı ve özgürce yaşama şansını sundu. Bu adam gerçekten ülkesi için büyük velinimet!

De BonneuilLe Journal Gazetesi - 19 Mayıs 1939

Çeviri: Efe Yelbuğa / 35 Punto