İzmir'in kenar mahallelerinde, şehre birkaç kilometre uzaklıkta bulunan Göztepe, beyaz evlerini ve yeşil bahçelerini, hafif eğimli tepenin kenarlarında, yangının yoğun dumanının hala üzerinde yüzdüğü hayranlık uyandıran körfezin kenarında konuşlanmış.
Bu evlerden birinin girişinde, etrafındaki diğer evlerden farklı olmayan bir Türk bayrağı dalgalanıyor. Bu evin farklı olduğunu gösteren tek emare, girişteki üniformalı nöbetçiler...
Nöbetçiler tepeden tırnağa siyah giyinmiş: kartuşlarla kaplı bir kemerle sıkılan ve omzuna asılan diğer kartuşlarla iliklenen bluz, büzgülü ayakkabılar, sivri uçlu yumuşak botlar, bir ucu kulağa sarkan tartamak... Trabzon bölgesine ait olan bu askerler, Mareşal Mustafa Kemal Paşa'nın bu evde olduğunu bize gösteriyor.
Mareşal, birkaç gün içinde birliklerini beş yüz kilometre öteden Küçük Asya'nın kıyısına getiren bu yıldırım harekatından sonra büyük karargahını burada, sakin denizin manzarasının dayandığı bu evde kurdu.
Bizi bekleyen Mareşal'in yaveri Albay Mahmud Bey'in rehberliğinde, samimi ve nazik bir şekilde karşılanıp, hanımeli ve güllerin, ibiskusların ve ahududuların serpildiği bir bahçenin gölgeli ve mis kokulu sokaklarından eve doğru tırmandık. Sardunyalar, incir ağaçları ve palmiye ağaçlarının arasından merdivenlere ulaştığımızda, Ankara hükümetinin İçişleri Bakanı Fethi Bey, bizi düzgün Fransızcası ile samimi bir şekilde karşıladı.
Fethi Bey bizi Paris'te Hukuk Fakültesi'nde okuyan İzmirli genç bir Türk kızının sahibi olduğu villaya soktu. Salonun kapısı açılır açılmaz, kahverengi kıvırcık koyun postu kalpağını indiren Mareşal ayağa kalktı ve bize doğru yaklaştı. Elini bana doğru uzatarak düzgün Fransızcası ile “Enchanté Monsieur” (Memnun oldum Beyefendi) dedi.
Mustafa Kemal, oldukça uzun boylu, kusursuz bir görünüme, ince bir vücuda, siyah taytlara sarılı ince bacaklara, dikkat çekici derecede ince ellere sahiptir. Haki üniformasının tunikinde, en yüksek Osmanlı askeri düzeninin tek zımbalı süslemesi olan Altın Madalyası, yarı kırmızı, yarı yeşil kurdele, kesişen iki altın kılıç taşıyor. Yakada, en yüksek rütbenin nişanı, küçük altın meşe yapraklarından oluşan bir bordürle çerçevelenmiş, elmas şeklindeki kırmızı bir tepeye karşı duran altın bir beşgen yıldız... Başka hiçbir hiyerarşik işaret, hiçbir şerit üniformanın sadeliğini bozmuyor.
Doğu güneşleri altında bir ömür boyunca yanmış olan yüzü son derece ilginç. Bir İskandinavyalınınki gibi geriye atılmış sarı saçları ve çıkıntılı elmacık kemikleri, çökük yanakları, geniş alnı ile sadece kırk yaşında olan muzaffer bir komutan karşımızda oturuyor. Kaba bir fırça şeklinde kesilmiş sarı bıyıkları kesinlikle zayıf olmayan bir çeneye hükmediyor.
Ve bir de gözler var; gören herkesi etkileyen o gözler...
Doğduğu Selanik'te bir Fransız lisesi öğrencisi olmasına ve dilimize çok iyi hakim olmasına rağmen Fethi Bey aracılığıyla röportaj veriyor. Sert bir sesle, boğuk tonlamalarla cümlelerini tamamlayan ve zaman zaman çevirisini yapan İçişleri Bakanı'nın hatalarını düzelten Mustafa Kemal, Türk halkının Fransa'ya karşı duygularını Fransız kamuoyuna duyurmaktan duyduğu derin memnuniyeti ifade ediyor.
"Türk halkının Fransa'ya duyduğu sempati, dostluk, yakın tarihli değil, ilköğretimimize kadar uzanıyor...
...Yaşadığımız kritik saatlerde, taleplerimize ilham veren adaleti ilk tanıyan Fransa oldu ve Ulusal Meclis'te olduğu gibi halkımızın da kalbinde, bugünlerde ikiye katlanan, Fransa'ya özel bir şükran var...
...İki ulusu birleştiren, eski ve sağlam temellere dayanan dostluk ancak daha da gelişebilir ve Fransa'nın işbirliği ile anavatanımızı yeniden inşa etmek bizi ziyadesiyle memnun edecektir...
...Bağımsızlık ve özgürlüğümüz için savaştık ve bunları daimi kılabilmek için barışı sağlamalıyız. Bugünün görevi bu. Bunu başardığımızda, Erzurum'dan İzmir’e kadar Yunanlar tarafından yıkılan bütün ülkeyi yeniden inşa etmeyi düşünmemiz gerekecek. Bu işi yapmamıza yardım etmek için, önce dostlarımıza başvurmayı düşüneceğiz ve Fransa bizim en sevgili dostumuz olduğu için, herkesten önce Fransa’nın bize yardım etmesini isteyeceğiz..."
Sohbetimiz devam ederken, bir görevli mis kokulu ve koyu Türk kahvesini küçücük fincanlarda ikram ederken Mustafa Kemal, Türkiye adına formüle ettiği barış şartlarını sıraladı:
İstanbul’a sahip olmak; Küçük Asya'dan, Doğu Trakya'dan Meriç’e kadar, Edirne ile birlikte Çanakkale Boğazı'nın da Türkiye’ye bırakılması…
Ancak bu şartları sıralarken araya ödeme koşullarının müttefikler tarafından garanti altına alındığı şartlarda, Yunanların geri çekilirken neden oldukları yıkımların tazminini de ekledi.
Mareşal Mustafa Kemal, "Bu yıkımların sorumlusu biz değiliz" dedi, "Birkaç milyar olarak tahmin edilebilecek bu tazminatları asla biz karşılayamayız. Yunanların geçtiği tüm köylerin yıkıldığını ve yakıldığını unutmamalıyız. Daha da fazlası var; insanlar köylerde tutsak edildi ve diri diri yakıldı. Ben de kendi gözlerimle yaşlı anne babaların yanmış kızlarının yasını tuttuklarını gördüm."
Mustafa Kémal, kan dökülmesini önleyerek barışı tesis etme konusundaki kararlı arzusunu güçlü bir şekilde teyit ediyor:
"...Ayrıca, Küçük Asya'yı Yunan boyunduruğundan kurtaran taarruzumuza başlamadan önce, tüm diplomatik yollara başvurduk. Bu, barış iradesine ihanet etmediğimizin en büyük göstergesidir."
Araya girip Mustafa Kemal Paşa’ya İngiltere’nin Türklere karşı takındıkları menfi tutum hakkındaki görüşlerini sordum.
“Barışçıl tutumumuz İngilizler tarafından bir zayıflık işareti olarak yorumlanıyor. Şu anki uzlaşma arzumuz yine aynı şekilde yorumlanırsa, dostumuz Fransa'nın onlarla işbirliği yapmayacağını düşünüyorum."
Enerjik bir tokalaşma ve Fransızca konuşarak bizi uğurlayan Mustafa Kemal Paşa kendisi gibi genç bakanlarıyla birlikte işine geri döndü.
Bugün Mustafa Kemal, Türkiye için, vatanının kurtarıcısı ve yeniden inşacısı; modern fatih, devlet adamı ve diplomat... Yarın, ateşli ama bir o kadar gerçekçi bir kişinin ülkesini nereye taşıyabileceğini hep beraber göreceğiz.
Louis Dausat / Le Petit Marseillais
Çeviri: Efe Yelbuğa / 35 Punto