Tarih

Türkiye'de Neler Gördüm? | Images - 1941

100'üncü yılında Cumhuriyet Devrimi’ne daha yakından bakmak, unuttuklarımızı bir nebze hatırlamak ve hatırlatmak için...

Abone Ol

Bugün sadece cumhuriyeti değil, bölük pörçük tebaaların, birbirinden haberi olmayan kasabaların, kentlerin birleşerek Anadolu’da bir ulus olmasının, halkının her ferdinin birey olmasının da 100’üncü yılını kutluyoruz.

En azından Türkiye için cumhuriyet; sadece bir yönetim biçimini ifade etmez. Aynı zamanda köklü ve hızlı değişimlerin de miladı olduğu için halktaki karşılığı bambaşkadır. Lakin bu karşılık, son yıllarda atlattığımız ve atlatmakta olduğumuz birçok badire arasında bir miktar erozyona uğruyor. Hikayemizin nasıl başladığını ve bugünlere nasıl geldiğimizi bir bayrak ve bir de fotoğrafa indirger olduk.

İmkanlar çerçevesinde eşine az rastlanır sosyolojik ve iktisadi devrimlerin büyük bir hızla ilerlediği, diğer toplumların "çölde bir vaha" olarak adlandırdığı Cumhuriyet Devrimi’ne daha yakından bakmak, unuttuklarımızı bir nebze hatırlamak, hatırlatmak için; Mısır'da yayınlanan "Images" dergisinin 24 Mart 1941 tarihli, Cumhuriyet'in ilk 20 yılında neleri, nasıl başardığının anlatıldığı 602'nci sayısındaki tüm içeriklerin Türkçe çevirilerini 29 Ekim'den bu yana sizlerle paylaştık.

Yazı dizimizi o sırada İngiliz Daily Telegraph gazetesinde Orta Doğu muhabirliği yapan ve ülkemizi de sık sık ziyaret eden yazar Arthur Merton'un Images dergisinde yayınlanan yazısıyla noktalıyoruz.

Mustafa Kemal'in modern gerçekçiliğine vurgu yapan Merton, Cumhuriyet devriminin getirdiği büyük dönüşümle küllerinden doğan Türkiye'yi anlatıyor ve bir bakıma yazı dizimizin güzel bir özetini yapıyor.

"Nice zahmet, nice emek verdi sana bu millet,
Yaşa sen Cumhuriyet!"

Ben Türkiye'de İken...

Savaşın mevcut ve gelecekteki gelişiminde Türkiye öncü bir rol oynuyor ve daha çok oynaması için de baskı yapılıyor. Bu durum sadece coğrafi konumundan değil, aynı zamanda Ortadoğu'da edindiği manevi ve maddi konumdan da kaynaklanmakta. “Avrupa'nın hasta adamının” Batı ülkelerinin oyuncağı olduğu günler çoktan geride kaldı. Kendi küllerinden yeni bir ruhla doğan Zümrüdüanka Kuşu gibi, eski Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkıntılarından yenilenmiş bir Türkiye yükseldi. Bu nev-i şahsına münhasır ülke yaradılışını Mustafa Kemal Atatürk'ün modern gerçekçiliğine, dinamik kişiliğine ve ilhamına borçlu. 

Savaşın sonunda Türkiye kendisini kaotik bir durumun içinde buldu. Ordusu yok edildi, halkının morali bozuldu, sahip olduğu az sayıdaki endüstri mahvoldu ve mali durumu çok kötü bir hale geldi. Bugün ise Türkiye güçlü ve istikrarlı bir hükümete sahip.

Genel güvenlik mükemmel bir şekilde sağlanıyor, yolsuzluk artık mahkemeleri zehirlemiyor. Ülkenin mali durumu sağlam temellere dayanıyor ve ekonomik büyüme her yıl istikrarlı bir şekilde artıyor.

Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları ise bu süreçte hem dış görünüş hem de düşünce biçimleri itibarıyla tamamen dönüşüme uğradı. Artık Türk gençlerinin geleceğe dair inançları, umutları var.

Savaş sona erdiğinde ve mütareke Osmanlı İmparatorluğu'nun parçalanmasına hükmettiğinde, umutsuzluğa kapılmayı reddeden, yine de vatanının büyük kaderine olan inancını ilan eden neredeyse tek kişi Atatürk'tü. Askeri başarıları onu ulusun idolü haline getirdi, demokratik fikirleri ise ulus üzerindeki nüfuzunu arttırdı. Ona her zaman rehberlik eden bu yanılmaz ve yenilmez içgüdü, Türklerin zihnindeki hakimiyetini kesinlikle güçlendirdi.

Bu ahlaki dönüşüme en çok katkıda bulunan unsurlar, din işleri ile devlet işlerinin ayrılması ve kadının özgürleşmesiydi. Atatürk, yeni bir Türkiye'nin inşa edilebilmesi için yönetimsel olarak geçmişten tamamen kopmanın gerekli olduğunu anlamıştı. Bu hususu fark etmek ile çözmek arasında ciddi bir fark mevcut. Mustafa Kemal bu düşünsel devrimi biçimselleştirmekle kalmayarak, halkının devrimleri içselleştirmesini de kısa zamanda başardı.

Devlet ile dinin birbirlerinden ayrılması hiçbir zaman İslamiyetin Türkiye'de yasaklanması anlamına gelmedi. Burada her türlü inanca hoşgörü gösteriliyor ve her yerde gördüğünüz camiler, İslam'ın hâlâ Türk milletinin ekseriyetinin dini olduğunun somut bir kanıtı.

Kadınlar Türkiye’nin ulusal rönesansında büyük rol oynuyor. Şehirlerin sokaklarında örtülü bir kadına rastlamak artık çok kolay değil. Hepsi Avrupa tarzında ve en modern şekilde giyinmiş şekilde işlerine, okullarına gidiyorlar. Artık Türk kadını kamusal alanın her noktasında diyebiliriz; devlet idarelerinde, yargıç ve avukat olarak mahkemelerde, laboratuvarlarda ve hatta orduda. Kadınlar şimdiye kadar girdikleri her alanda erkekler kadar başarılı olabileceklerini kanıtlıyorlar. Bu alanlara havacılık da dahil. Atatürk'ün evlatlık kızlarından biri ülkenin ilk kadın pilotu Sabiha Gökçen’dir. Atatürk'ün katıldığı son askeri geçit töreninde hava kuvvetlerine katılan Gökçen, genç kızları ticari havacılık için eğiten Türk Kuşu Derneği’nin de başkanı.

Atatürk, Türkiye’nin bir dönem değil, devamlı olarak ilerlemesini istediği için gelecek nesillerin de buna göre yetiştirilmesi ve ülkenin yüzünün Batı’ya çevrilmesi gerektiğini anlıyordu. Osmanlı’dan kalan mevcut eğitim sistemini tamamen kaldırdı ve yerine çağdaş anlayışlara dayanan bir eğitim sistemi getirdi. Mevzuat da Avrupa’nın alışkanlıklarına göre değişti. Bunun en büyük sebebi ise ticaretin aksamamasıydı. Resmi tatil cuma yerine artık pazar oldu. Erkeklere artık fes giymemeleri ve tüm Arap kıyafetlerinin artık giyilmemesi emredildi. Arap harflerinin yerini de Latin alfabesi aldı.

Sosyal ve idari reformlarla birlikte endüstriyel bir rönesans sağlandı. Her zaman ünlü olan Küçük Asya'nın geniş maden kaynaklarının geliştirilmesi gerektiğine dikkat çekildi. Araştırmalar, bu yatakların keşfedilmesini sağladı. Ankara ile Karadeniz arasında yer alan Karabük'te metal sanayi için gerekli tüm ekipmanlar imal edilip, büyük fabrikaların açılışı yapıldı. İngilizler model alınarak yapılan bu sanayi atılımı uzun süre Türkiye'nin ihtiyacını karşılayacaktır.

Ülkenin ihracatı da artıyor. Modern tekniklerle çalışan tekstil fabrikaları tüm hızıyla faaliyet gösteriyor ve ürünlerini başta Avrupa olmak üzere bir çok dış pazara satıyor. Tüm bu gözlemler ışığında Türkiye'nin endüstriyel ve ekonomik geleceğinin güvence altında olduğunu söylemek abartı olmaz.

Atatürk üç yıl önce vefat etti ve ondan boşalan Cumhurbaşkanlığı koltuğuna İsmet İnönü seçildi. Yurttaşlarına yeni bir ruh veren adam sahneden kaybolmuş olsa da, Mustafa Kemal’in yarattığı rejimin ilkelerini değiştirmeden, yeni dünyaya uyum sağlayarak varlığını sürdürdüğünü memnuniyetle görüyoruz.

İsmet İnönü, Atatürk'ün yakın çalıştığı sadık dostu ve sırdaşıydı. Fikirlerini biliyordu ve bunun ötesinde tüm benliği ile benimsiyordu. İnönü, selefinin attığı temelleri sağlamlaştıracağını ve ülkesinin karşı karşıya olduğu bu yeni koşullarda, yurttaşlarına yol gösterecek doğru adam olduğunu bu Büyük Savaş döneminde yaptıkları ile kanıtlıyor.

Siyasi olarak Kemalist rejimin devam ettiğini söyleyebiliriz. Ancak Türkiye her geçen gün daha demokratik bir biçimde yönetiliyor. Atatürk döneminde seçimler daha çok hükümetin aday göstermesinin teyidi niteliğindeydi. Hükümetin çalışmalarının gerçek incelemesi, tamamen hükümete ait olan Halk Partisi'nin gizli toplantıları sırasında yapılırdı. Meclis önündeki müzakereler ise halkın demokrasiye alışması için yapılan birer piyesten ibaretti.

Atatürk öldükten sonraki ilk seçimlerde halka ve adaylara dayatma yapılmadı. İlk kez halka, dilediği kişiye oy verme konusunda tam bir özgürlük verildi. O tarihten bu yana, Meclis'e sunulan her projenin hiçbir engele maruz kalmadan eleştirilmesi talimatıyla, Halk Partisi'ni dengelemek amacıyla hükümet tarafından bir de "muhalefet" oluşturuldu.

Bu hareket, özünde Atatürkçülük ilkesi olan tam demokratik bir yönetime geçilmesi yolunda büyük bir adım atıldığını kanıtladı ve halk tarafından büyük bir memnuniyetle karşılandı.

Bugün Türkiye’de dışarıya karşı düşmanlık duygusu olmayan, kendi halkının refahı için çalışan bir rejim görüyoruz. Osmanlı İmparatorluğu'nun pek çok vilayetinin kaybedilmesi, atılan bu ileri adımlar sayesinde halkın kalbinde nefrete yer bırakmadı. Atatürk, milleti eski imparatorluğun bir engel olduğuna ikna etti.

Bugün İsmet İnönü'nün politikası da aynı düşüncelere dayanıyor. Türkiye'nin sömürgecilik diye bir hırsı yok. Tüm enerjisini, uzun süredir işletilmeyen maden kaynaklarına, artan nüfusunun ihtiyaçlarına nesiller boyu karşılamaya yetecek olan Küçük Asya'nın kalkınmasına yoğunlaştırmaya devam ediyor.

Ancak Türkiye, savaşın şu anda yaşadığı gelişmeyi göz ardı edemez ve etmiyor. Kendi bölgesini ihlal etmeye çalışan herkese karşı durmaya kararlı. Askeri açıdan kendisini yeniden örgütledi ve şu anda bu amaçla silahlanmaya ve Balkan Antantı Protokolü'nü imzalayarak kabul ettiği yükümlülükleri yerine getirmeye devam ediyor.

Romanya, Yugoslavya, Yunanistan ve Türkiye arasında düzenlenen bu antlaşma, yalnızca bir saldırmazlık paktı değil, aynı zamanda imzacılardan birinin başka bir imzacı tarafça veya "Balkan Devleti" tarafından saldırıya uğraması durumunda verilen karşılıklı yardım garanti niteliğinde. 

Nitekim Yunanistan'a karşı yükümlülüklerini yerine getirme konusundaki hazırlık ve kararlılığı, Yunanistan'ın Bulgaristan tarafından sırtından bıçaklanmamasını sağladı. Aynı şekilde bu düşünceler, Yugoslavya'nın güçlenmesinde ve Mihver'in ısrarlarına boyun eğmeme kararı almasında da rol oynadı.

Türkiye dostlarını hiçbir zaman hayal kırıklığına uğratmadı. İleride göreceğiz ki; demokratik idealin savunucularının, bu genç cumhuriyete yüklediği anlam her geçen gün daha da net bir şekilde anlaşılacak!

Arthur Merton

Çeviri: Efe Yelbuğa / 35 Punto