Tarih

Frenk Mahallesi'nde Bir İtalyan | De Virgili - 1846

Şair ve politikacı Pasquale De Virgili, 21 Haziran 1846'da arkadaşı Francesco Lattari’ye İzmir’i anlatan bir mektup gönderiyor.

Abone Ol

On dokuzuncu yüzyılda Güney İtalya'nın önemli şair ve politikacılarından olan Pasquale De Virgili, 21 Haziran 1846'da arkadaşı Francesco Lattari'ye İzmir'i anlatan bir mektup gönderiyor.

Napoli'deki "Vittorio Emanuele III" Ulusal Kütüphanesi’nden çıkardığımız, dönemin İzmir’ini tasvir eden mektubu 35 Punto özel çevirisiyle tarih köşemize taşıyoruz.

İşte yine Asya'dayım... Sahilde üzerime çarpan her dalganın kalbimi yeniden oynattığı bir yerde; Küçük Asya'nın en büyük şehri İzmir'deyim.

Efes'in harabeleri, çevresindeki tepeleri arasında aralıksız koşturduğumdan dolayı ruhum da bedenim de biraz yorgun. Bu güzel havayı solumak, çarşısındaki Doğu zenginlikleri ile hasret gidermek, İzmir'in güzel kadınlarını görmek beni her seferinde rahatlatıyor.

Belki yarın yola çıkıp İstanbul'a gideceğim. Muhtemelen yolda Bozcaada'ya bir süre uğrayıp, gençlik yıllarımızda ancak hayal edebildiğimiz Truva'nın hikayesinin yaşandığı yeri ziyaret ederim…

Anadolu şehirlerinin kraliçesi, Asya'nın süsü, eskilerin dediği gibi İyonya'nın, son olarak da Homeros'un anavatanı İzmir. Sizin de çok iyi bildiğiniz gibi, en az on kere yıkılıp on kere de yeniden ayağa kalkmayı bildi bu şehir. İlk defa Lidyalılar tarafından yıkılan kent, İskender tarafından bir adak ve bir rüya misali yeniden inşa edildi. Daha sonra aynı akıbete; Romalılar, Cenevizliler, Venedikliler, Türkler zamanında da uğradı. Bu hikayeler herkesçe bilindiği için artık İzmir’in en bilinen lakabı “Yeniden doğan şehir” ya da “Anka Şehir”.

Uçsuz bucaksız körfezinin tam ortasında, Asya'nın en güzel kıyılarının ve geniş panoramasının tadını çıkarmak için tahmin edeceğin gibi Pagos’a tırmandım. Burada beni küçük ama çok estetik bir amfitiyatro karşıladı. Buradan İzmir’i izlemek apayrı bir zevk.

Ancak neredeyse tüm Levanten şehirleri gibi İzmir, dışarıdan ne kadar güzel olursa olsun, merkezindeki mahallelerden de aynı derecede uzak durulması gereken bir şehir. 

Frenk Mahallesi şehrin en işlek bölgesi. Geri kalan her mahalle çok dar ve kirli sokaklardan oluşuyor. Tek katlı ahşap evlerin dışı kırmızı, sarı ve mavi boyalı olmasına rağmen iç konforu olmayan, yolları inanılmaz dar sokaklardan bahsediyorum.

Çarşıları Levant'ta üretilen her şey açısından oldukça zengin. Bazıları bu şehri bu sebepten ötürü Doğu'nun Paris'i olarak adlandırıyor.

Son korkunç yangının kalıntılarını ziyaret ettim ve neredeyse ağlayacaktım. 18 gün önce bir yangın daha çıkmıştı ancak yangında valinin ve burada konuşlanan tulumbacıların organize faaliyeti sayesinde büyük bir hasarın önüne geçildi.

Ancak artık yangınlardan sonra yeniden inşa edilen tüm evler, en azından deniz kıyısında bulunanlar taştan yapılıyor; her birinin bahçesindeki çeşmeler onları çok tatlı ve son derece pitoresk kılıyor. İzmir’de ayrıca her dil ve gelenekten, yirmiden fazla ulustan insan barış içinde yaşıyor. Her mahallede konuşulan dil başka olsa da her yerde aynı nargile, aynı tekdüze ve hareketsiz yaşam, aynı saf ve gülen gökyüzü, aynı hoş ve sarhoş edici doğa, aynı güzel kadınlar...

Bu civarda, yani şehrin merkezinde Kadifekale yakınındaki Kibele tapınağının bazı taşları ve gerçekten orada olduğu varsayılan Homeros'un mağarası dışında herhangi bir kalıntı bulunmuyor.

İzmir’in kaleden veya Yunanların tabiriyle akropolden görünüşü çok büyüleyici. Aşağıda camiler, minareleriyle, önlerinde uzanan körfezi, ortasında yükselen selvi ormanları, onları çevreleyen ova ve yamaçlarıyla bütün şehir ayaklarımın altında. Siz selvilerin bizim ülkemizde mezarlıkların etrafında çokça bulunmasına bakmayın. Selvi ağacı doğu kültüründe yaşamın işaretidir.

Meles boyunca ve deniz kıyısında bizim mimarimize benzeyen çok sayıda ahşap kafe bulunuyor. Bu meyve mevsiminde buradaki herkes harika bir hareketlilik içinde. Küçük Asya'nın iç kesimlerinden her gün develerle 50 veya 100 kişilik tüccar grupları İzmir’e ulaşıp, yüklerini Han adı verilen ticari işletmelerin büyük avlularına bırakıyorlar. Handa satışa hazırlanan ürünler daha sonra yurtdışına gönderilmek üzere limana naklediliyor. Tüccar olacaksan İzmir’de olacaksın! Burada ticaret ile uğraşanlar çok iyi para kazanıyor.

Osmanlı İmparatorluğu'nun şehirleri arasında, bana göre İzmir, Batı’nın her yerinde tezahür eden medeniyetin ilerlemesine katılma konusunda en canlı coşkuyu hisseden şehirdir. Büyük zorluklara, savaşlara, geleneklere ve dine rağmen; birliktelik ruhu zaten bunda kök salmış görünüyor.

Sanayinin geliştirilmesine uygun bir takım kurumların oluşturulma ihtimali buradaki halkı çok heyecanlandırmış olsa da, şehirdeki tüccarlar bu gelişime destek verip, yatırım yapmamışlar. Haliyle İzmir’in sahip olduğu potansiyelle doğru orantılı geliştiğini söyleyemeyiz. Bununla birlikte sürekli olarak yangınların, depremlerin, vebaların, kısacası tüm insani ve ilahi belaların musallat olduğu bu şehrin ayakta kalmasının da yegane sebebi, o sanayiye yatırım yapmayan ama halka karşı cömertliği ile nam salmış o tüccarlar.

Dün akşam Smyrna'ya 15 saat uzaklıktaki Efes harabelerine zorlu ve dağlık bir yoldan giderek yaptığım geziden yarı ölü döndüm. Bana bir Alman, bir Yahudi arkadaşım ve iki Tatar rehber eşlik ediyordu. Efes’e arzularla, anılarla, yanılsamalarla dolu olarak gittim; Diana tapınağının kalıntılarını görmek beni başta çok umutlandırdı. Ama harabe şehirde kayda değer çok az şey buldum. Prime ve Corisso adlı iki dağ arasındaki dar vadide dağınık harabeler vardı ama kırık duvarlar ve sütun parçalarından başka bir şey yoktu. Antik Efes tekrar yeryüzüne çıkabilir mi dersin? 

Ancak buradaki hayal kırıklığım yerini Ayasofya'daki ünlü tapınağı ve İstanbul’un diğer anıtlarını görme umuduyla yer değiştiriyor. En azından o eserlerin hala orada, yerin üzerinde olduğunu biliyorum.

Efes’in şehir surlarından çok uzakta olmayan bir tapınağın kalıntıları, ilkinden daha küçük olup, bu tapınağın Büyük İskender'in doğumuyla aynı gün Herostratus tarafından yakıldığına inanılmaktadır. Karşı tarafta on altı sütunun üzerinde yükselen küçük bir kutsal alan vardır. Daha ileride başka kalıntılar da var ama hepsi şekilsiz, aptalca, esrarengiz olmaktan ziyade önemsiz. Sonuçta, büyük olayların ve tarihi eserlerin yeri, yanılsamaları artırmasa bile, ki bu çok nadir olur, en azından tatlı ve melankolik bir duyguyla kalbimi gıdıklamaya yetiyor.

Paganizmin en büyük tapınaklarından birinin, dünyanın yedi harikasından birinin bulunduğu yerleri ziyaret ederken bana ve eğitimli arkadaşlarıma ne oluyor? Neden böyle heyecanlanıyoruz? Tekrar ediyorum, pek çok ihtiras ve katliama sahne olan o yerler buralar: Kroisos, İskender ve Lysimakhos, Mithridates, Sulla ve daha niceleri… İnsanlığın büyük trajikomedisinde birbirleri için çok büyük roller oynayan bu yerler bize ilham olarak tarihteki rollerini ölümsüzleştiriyorlar sanırım.

Görüşmek üzere.

P. De Virgili

Çeviri: Efe Yelbuğa / 35 Punto