İzmir'de iki 'tek' atmaya bir mekana oturduğunuzda ya da önünden geçtiğiniz meyhanelerden birinde mutlaka sesini duyarsınız…
O dönemi yaşayanların anlattıklarını aktaranlar; İzmir’de gitmeyi en sevdiği mekânda, Şükran Lokantası’nda, masasından çipura, roka ve buzlu bademi eksik olmadığını hatırlatıyor.
O bir "mutluluk taciri…"
Müzisyen, sinemacı, neşeli ve modern dünyaya mâl olmuş ilk büyük İzmirli sanatçı...
Kendini safi İzmirli olarak tanımlayan Dario Moreno, gerçek adıyla David Arugete, aslında 3 Nisan 1921’de yoğunlukla Seferad Yahudilerinin yaşadığı Aydın, Germencik’te dünyaya geldi.
Tren yollarında yetkili olarak çalışan babası, David henüz 2 yaşındayken, bilinmeyen bir sebeple silahla vurularak öldürüldü. Yetim kalan David, olayın ardından, annesi ile birlikte yaşam kalitesinin oldukça kötü olduğu İzmir, Namazgah’a geldi.
O dönem zengin Yahudiler genelde Alsancak, Asansör ve Karataş semtlerinde ikamet ederlerken, yoksul Yahudiler ise İkiçeşmelik ve Mezarlıkbaşı’nda yaşıyorlardı.
İzmir’e ilk geldiklerinde Dario Moreno'nun annesi Namazgah’ta tek odalı bir ev kiraladı; daha sonraları ise Yahudi bir terzi ile evlendi ve Moreno’yu Karataş yetimhanesine gönderdi.
Ve küçük Dario’nun hayatı bu yetimhanede şekillendi…
Hayalleri Çok Büyüktü...
Şarkı söylemeye Seferad Yahudileri’nin ibadet ve eğlencelerinde başlayan Moreno, Talmut Tora isimli dini eğitim veren okulda ilk defa sesinin başkaları tarafından da beğenildiğini fark etti.
Eğitim hayatı boyunca hep çalıştı. Kaybettiği babasının yakın dostu Ali Cevat Ziya Bey ona İzmir Barosu başkanı Avukat Fettah Bey’in yanında iş buldu. İlk müzik çalışmalarına ise bu dönem arkadaşları ile sokakta gitar ve darbuka eşliğinde başladı. Müzik ve işten arda kalan vakitlerinde kütüphaneye kapanıp Fransızca öğrendi.
Ankara Devlet Konservatuvarı arşivinden çıkan, 1940 yılının 23 Mayıs günü yazılmış bir mektupta; o zamanlar daha 18 yaşında olan Moreno, “Konservatuar Sayın Direktörlüğüne” hitaben “çoktanberi” şan dersleri aldığını, kendinde “kuvvetli bir kabiliyet” gördüğünü ve memleketine “bir sanatkâr sıfatıyle hizmet etmeği” arzu ettiğini anlatıyordu...
Moreno’nun hayalleri çok büyük, İzmir’in müzik sektörü ise çok küçüktü. Hayallerini 2. Dünya Savaşı sekteye uğrattı.
Bu süre zarfında askere giden, askerde de ordu evlerinde şarkılar söyleyen Moreno, ünlü caz klarnetçisi Hrant Lusigyan ile tanıştı ve hayallerine belki de bu arkadaşlık sayesinde çok daha çabuk kavuştu.
Moreno’yu dünya çapında bir şarkıcı olabileceği konusunda hırslandıran Lusigyan, bu meslekte profesyonel olarak devam etmesi gerektiği konusunda İzmirli sanatçının kafasındaki soru işaretlerini sildi.
Artık Sınıf Atlamıştı...
Moreno teskeresini alır almaz İzmir’e döndü ve Marmara Gazinosu’nda solistlik yapmaya başladı.
Yükselişi hızla sürüyor, artık İstanbul ve Ankara’da da sahne alıyordu.
Onun sahne aldığı geceler İzmirliler, saatlerce beklemek pahasına gazinonun kapısında sıra oluyorlardı. İlk konserini de bu dönemde Konak Vapur İskelesi’nin üzerinde verdi.
Artık iyi para kazanmaya başlamıştı. Annesi Madame Roza’yı da alarak Asansör sokağında bir ev tuttu. Bu ev onun hayalleri için çok önemliydi.
Moreno artık sınıf atlamış, ünü İstanbul’a dayanmıştı. Ünlü müzisyen Frits Kerten ile İstanbul’da tanışan Moreno, onun tedrisatından geçtikten sonra tam bir müzisyene dönüşmüştü.
Bu sırada Ankara Bomonti Gazinosu’nun daveti üzerine Ankara’ya gitti.
Ve Moreno ile Orhan Veli’nin otel odasındaki o muhteşem denk gelemeyiş hikayesi...
Moreno sonraki yıllarda Hayat Dergisi’nde o günleri şöyle anlatmıştı:
“Hergele meydanında üçüncü sınıf bir otelde iki kişilik bir odaya yerleşmiştim. Bir hafta geldim gittim, oda arkadaşımı tanımak kısmet olmadı. Ya ben geç geliyordum ya o. Sabahleyin de birimizden biri erken kalkıp gidiyordu. Sonunda bir sabah gözlerimi açtım, oda arkadaşım da gözlerini açtı. Birbirimize baktık. Ben ‘merhaba’ dedim. O da ‘merhaba’ diye karşılık verdi. Benim hakkımda o zaman Ankara gazetelerinde ufak tefek yazılar çıkmaya başlamıştı, komşum beni bu yazılardaki resimlerden tanıyormuş. ‘Peki siz kimsiniz? Ne iş yapıyorsunuz?’ diye sordum. Gülümsedi ‘boş gezerim’ dedi, ‘adım Orhan Veli’dir’. Şair Orhan Veli ile oda arkadaşlığımız uzun bir müddet devam etti. Orhan, yeni yazdığı veya sevdiği bir şiiri mutlaka bana okutur ve hep: ‘Ne güzel şiir okuyorsun sen’ derdi.”
Adını Tüm Avrupa'ya Duyurdu!
Artık yolculuk vaktiydi. Moreno önce Atina’ya gitti, kısa süre içinde de Fransa’ya geçti ve kariyerine Cannes ve Paris’te devam etti. Bir yandan Cannes’da Palm Beach Otel’de şarkı söylerken bir yandan Paris’te Puerto del Sol müzikholünde sahneye çıkıyordu.
“Jezabel” şarkısıyla Fransa’daki ilk başarısını elde etti. Bu 45’lik ile adını tüm Avrupa’ya duyurmuş oldu.
“Adieu Lizbon” ve “Kukkuruku La Paloma” eserleri ise onun Fransa’daki ününü pekiştirdi. “Adieu Lizbon” müzik listelerini öyle bir alt üst etti ki, 1955 yılında tam altı ay boyunca birinci sırada kaldı. 1957 yılında Monte Carlo Radyosu’nda düzenlenen “La Course aux Etoiles-Yıldızlar Yarışmasında” “Adieu Lizbon” şarkısıyla 380 saniye alkışlandı ve France Soir gazetesinde o yılın “Ses ve Alkış Kralı” ilan edildi.
Moreno, kısa bir süre içerisinde tüm Avrupa’nın tanıdığı bir sanatçıya dönüştü!
Öyle ki Attila İlhan, 1997 yılında, Cumhuriyet Gazetesi’ndeki köşesinde şu satırları yazacaktı:
“Bir zamanlar Lala Kıraathanesine dadanmıştık. Hasan Tanrıkut ile ben. 40’lı yıllarda orada genç bir şarkıcı şarkı söylerdi. Kaytan bıyıklı, saçları briyantinli… Resmi hala gözlerimin önündedir. Adı Dario Moreno… On yıl sonra Paris’te ortaya çıkıp adını tüm dünyaya duyuran adam.”
Beyaz Perdede De Parladı...
Moreno, o dönemin ünlü sinema yıldızlarından Brigitte Bardot ile “La Femme et Le Pantin” (Kadın ve Kuklası) adlı filmde oynamasıyla sinema dünyasının ilgisini çekti. Brigitte Bardot’un hayatını konu alan filmde ünlü yıldız ile kendi bestelediği Brigitte Bardot şarkısını söyleyip dans etmesiyle hafızalara kazındı.
Sinema sektöründe de parlayan Moreno, 40’a yakın filmde rol aldı. “Oeil Pour Oeil” adlı filmdeki performansıyla Fransa’da “En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu” ödülüne layık görüldü.
Ülkesinin tanıtımındaki üstün gayretlerinden dolayı, 1962 yılında Turizm Tanıtma Bakanlığı Moreno’yu ‘Hitit Güneşi’ ile ödüllendirildi.
Vasiyeti Daimi Uykuya İzmir'de Yatmaktı...
Moreno dünyanın neresine giderse gitsin, dönüp dolaşıp soluğu İzmir’de aldı...
İzmirini ve İzmirliliğini, “Canım dilber şehir / Eşsiz sevgili İzmir / Ulu Çatalkayan / Gök mavisi körfezin / Yeşil Yamanların / Çeşitli bağlarınla / Ege’nin güzeli / İnciler incisisin /... / Dünyayı dolaştım / Birçok kıta aştım / Güzelim İzmir / Hep seni aradım / Her yeri taradım / Bir tanem İzmir / Daracık yolların / Yiğit efelerinle / Körfezde mehtabın / Denizde gurubunla / Güzeller güzeli / Dilberler dilberisin / Senden ayrılamam / Seni bırakamam / Sevgili İzmir...” diye anlatan Dario Moreno!
Öylesine İzmir aşığıydı ki, dünyanın neresinde olursa olsun vasiyetiydi, İzmir’de “daimi uykuya yatmak”.
“İzmir, tatlı ve sevgili şehrim, bir gün şayet senden uzakta ölürsem, beni sana getirsinler. Fakat mezarıma götürülürken, öldü demesinler, uyuyor desinler, tatlı İzmir’im...” diye vasiyet etmişti.
Olmadı.
Gencecikken, 47 yaşında, son nefesini veren Moreno, annesinin dini hassasiyetleri sebebiyle, Yahudilerin kutsal olarak kabul ettikleri İsrail’in Tev-Aviv kentine, Moreno’nun kutsal saydığı İzmir’den çok uzaklara defnedildi. Dostları, annesini ikna edemeseler de mezarına İzmir toprağı götürerek bir nebze olsun Dario Moreno’nun vasiyetini yerine getirmeye çalıştılar.
Dario Moreno bugün belki Tel-Aviv, Holon mezarlığında yatıyor olabilir. Lakin; biz onu unutmadığımız sürece o her gün Asansör Sokağı’ndaki evinde uyanıyor ve İzmir’de yaşamaya devam ediyor...