Birinci Dünya Savaşı’ndan beri süregelen Filistin sorunu, Araplar ve Yahudiler arasında yaşanan sayısız savaş ve çatışma ortamı içinde, bugün de İsrail-Hamas adı altında devam ediyor.

Bugün, atılan son kurşundan geriye dönük bir tarih okuması yaparak; ideolojik gözlükler ardından yapılan yorumların içinde kaybolan, birçoğumuzun hatırlamadığı veya belki de hiç duymadığı; Filistin sorununun başlangıç noktasına, Son Posta Gazetesi’nin 12 Şubat 1939 tarihinde yayınladığı ve sorunun ilk 20 yılını özetleyen yazısı ile geri dönüyoruz.

"İtilaf Devletlerinin San Remo'daki savaş sonrası toprak dağılımının konuşulduğu toplantıda herkes kendi hissesini aldı, yalnız Araplar elleri böğürlerinde, dımdızlak kaldılar." (Daily Herald Gazetesi)

İngiltere Sömürgeler Bakanı Malcolm McDonald bu sıralarda, Lord Marmio’nun ne kadar haklı olduğunu düşünüyordur. Zira, yuvarlak masa konferansının açmaya veya kestirip atmaya çalıştığı bu Filistin ağı, aldatmanın bariz bir neticesidir. 

Bu hikaye oldukça karışık. Fakat bu konferansın önemini layığı ile anlayabilmek için, Filistin’in tarihine de hakim olmak gerekir.

1914 Sonbaharında

1914 sonbaharını hatırlayınız. Türkiye savaşa girmek üzereydi. Askeri kuvveti, stratejik konumu, padişahın Asya ve Afrika Müslümanlarının başı olması sebebiyle Almanlar için bulunmaz bir müttefik konumundaydı.

Türkiye’nin Zaafı

Fakat Türkiye’nin zayıf bir noktası vardı: İmparatorluğun Arap tebaaları isyana, ihtilale, öz kurtuluşları için savaşmaya hazır bir durumdaydı. Kopacak olan bir Arap ihtilali, Osmanlı’nın askeri gücünü ve sultanın Müslümanlar üzerindeki etkisini sıfıra indirecek bir gelişmeydi. Zira Mekke’ye söz geçiremeyen bir Halifenin meşruiyeti tartışılır bir hale gelecekti.

Dönemin İngiliz Harbiye Nazırı (savaş bakanı) Herbert Kitchener bu durumu çok iyi gözlemledi ve Arap liderleri ile gizli müzakerelere başladı. İngiltere’nin Mısır’daki istihbarat biriminin müsteşarı Sir Henry Mc Mahon ile Mekke Şerifi Hüseyin arasında uzun süren pazarlıkların ardından bir anlaşma imzalandı.

Araplar İsyan Ediyor

Araplar, Osmanlı’ya başkaldırmayı kabul etti ve İngilizlerin kendilerine vaat ettiklerini kazanabilmek için her söyleneni harfiyen yerine getirdi. Bu vaat: İngilizlerin savaşı kazanmaları halinde Mekke Şerifi tarafından garanti edilen sınırlar dahilindeki topraklarda yaşayan tüm Arapların Osmanlı’ya karşı bağımsızlıklarını kazanmaları için yardım edeceklerini içeriyordu.

Fakat İngilizler bugünkü Suriye, Irak, Filistin, Arabistan ve İran’ın hepsini, bir bütün Arap toprağı olarak görmüyordu. 

Sir Henry 24 Ekim 1915’te yaptığı açıklamada Mersin, İskenderun, Şam, Humus, Hama ve Halep’in tamamıyla Arap toprağı olmadığını, bazı bazı Arapların bu topraklarda azınlık olduğunu açıklamış ve bu bölgelerde garantör olmayı reddettiklerini söylemişti.

İşte bu “Arapların çoğunluk olmadığı bölgeler” cümlesi ortalığı karıştırdı. Şimdi Filistin de bu topraklara dahil miydi, değil miydi?

İngiliz Hükümeti ve Sir Henry, Arap İstiklali meselesinde Filistin meselesinin konuşulmadığını iddia ediyor. Araplar ise aksini söylüyor; “Biz böyle anlamadık” diyorlar.

Üç Talep ve İddia 

23 Nisan'ın 23'üncü Yılı | Falih Rıfkı Atay - 1943 23 Nisan'ın 23'üncü Yılı | Falih Rıfkı Atay - 1943

Savaş sonrasında Araplar Kızıldeniz sahillerini ve yarımadanın merkezindeki çöl toprakları alacaktı. Peki Filistin ne olacaktı? Fransızlar da İngilizler de Araplar da Filistin’in kendilerine ait olduğunu iddia ediyordu. Tabii ki üç taraf da ortada buluşamadı ve sonunda Fransa ve İngiltere mutabakatın savaş sonrasında sağlanması gerektiği konusunda anlaştı.

Savaştan sonra Filistin’in anlaşma sağlanana kadar Mekke Şerifi, Fransa ve İngiltere’nin ortak himayesinde geçici bir hükümet tarafından yönetilmesi kararlaştırıldı. Lakin bu Mekke Şerifi’nden saklandı. Şayet haber verilmiş olsaydı meşhur Lawrence mücadelesi olmayacaktı.

Şerif Hüseyin’in, Bolşeviklerin bu istihbaratı kendisine getirmesi ile durumdan haberi oldu. Ancak Bolşeviklerin ortalığı karıştırmak için bunu söylediğini düşünen Mekke Şerifi istihbaratı önemsemedi.

Birçok Vaat

İngilizlerin Filistin’i vaat ettiği bir diğer grup ise Yahudilerdi. 1915 senesinde başlayan müzakereler uzun tartışmalar sonucunda 1917 senesinde sonuçlandı ve meşhur Balfour Deklarasyonu'nda şu kararlara yer verildi: “İngiliz Hükümeti Filistin’de Yahudi halkı için milli bir yurdun kurulmasını ister ve bu hedefe varmak için de elinden gelen kolaylığı göstermeye çalışacaktır.”

“Milli bir yurt kurulması” lafı ile Yahudilere bağımsız bir devlet vaat edilmiş oldu. Buna tepki gösteren Araplara ise kapalı kapılar ardında: “Boşa telaş ediyorsunuz; bundan maksadımız, daha hala Türklerin elinde bulunan yerlerden kurtarılan tüm halklara bağımsızlık vermek ve özerk bir hükümet idaresi oluşturmaktır” denildi.

Bu yüzden savaş sona erince Araplar, Filistin’in Arap kalacağına, Yahudiler de Yahudi yurdu olacağına inandı. Fransızlar ise bu bölgenin uluslararası bir hükümet ile yönetileceğini düşünüyordu. Ancak İngilizlerin asıl istediği Filistin’in İngiltere himayesinde bir manda ülke olarak kalmasıydı.

Araplar Aldatıldı

Barış konferansının kaplumbağa hızı ile ilerleyen pazarlıkları esnasında, Fransızlar ile Yahudiler oldukça memnun edildi. Fransa özellikle Suriye bölgesinden topraklar alarak Filistin üzerindeki haklarından vazgeçti. Yahudiler ise Balfour Deklarasyonu'nun Filistin’de öngördüğü yeni rejimin ana hatlarının resmiyete kavuşması ile memnun oldu.

Ve son olarak San Remo’da en büyük payı İngilizler aldı; tüm Filistin İtilaf Devletleri’nin konsensusu ile İngiltere mandası olarak tanındı. Sadece Araplar elleri böğürlerinde, dımdızlak kaldılar. Emir Faysal bir ara Siyonist lider Dr. Wizman ile pazarlığa girişti. Fakat asla anlaşma sağlanamadı.

Arap liderleri San Remo’daki barış görüşmelerine davet edilmediler bile. Filistin halkına ise en başından beri kimse fikrini sormadı.

İngilizlerin düşüncesi Arapların yavaş yavaş sakinleşeceği ve Yahudilerin de İngiliz idaresi altında himaye gören bir özerk devlet halinde kalmaktan ebediyen memnun kalacakları idi.

İşte 20 yıldır süre gelen bu kavganın kısa hikayesi budur. İngilizlerin ikiyüzlülüğü yüzünden bölgede hala kan dökülüyor. Dini yayınların kışkırtmalarının da bu gerginlikte payı var elbet. Lakin bu huzursuzluk, asıl olarak 20 sene evvelki oyunbozanlığın neticesidir.

Son Posta Gazetesi

12 Şubat 1939